30 Mart 2019 Cumartesi

Çocuk Ruhun Nerelerde Anımsıyor musun




Doğduğunda iki karış bir gövde, çocuk; içinde bilinmez bir hayal yumağı, ruh…
Ruhun içi boş, gövdeyi görür basarım yargıyı:
“Babayiğit olacak,”
“Zayıf, naif narin bir şey,”
“Güzel kız,”
∘∘∘

Doğan aslında ruhtur; ben umarsızın biri, ille de bir şey söyleyeceğim ya…
Gövdeye bakacak ve üfüreceğim…
Konuşmak başa belâ!
∘∘∘

Dünyaya açılacak bir hayalet, ruh;
İstediklerini yaparsa çocuk, o –ruh- “çocuk” olacak…
Çocuğun kendi, özgün, tek biricik, saf, hakiki…
Bilmezsin; öğrenemezsin, öğretmezler, çünkü onlar da habersizdir:
Başkalarının arzularına boyun eğerse çocuk, ruh solacak, hayalet olarak kalacak…
Çocuk ölecek; ama kimse bilmeyecek…
Saf tutacak yanındakilerle, uygun adım atacak çevreyle; kalabalıklardan ayırt edilmeyecek…
Görünmez olacak, hayalet doğduğu gibi kalacak…
Adama dönüşmeyecek…
∘∘∘

Bazen tersi olur; adam gibi görünür; adı sanı, şanı şöhreti vardır;
Bir köşe başında öyle bir yamuk adım çıkarır ki, anında hayalete dönüşür…
Adam dediğiniz hayalete buharlaşmıştır.
Ömür boyu dayanır, diye kimse garanti edemez adamlığı.
∘∘∘

Aldatan ve yakalanan ve de hâlâ evli kalmayı sürdüren birini düşünün:
Katı fazdan çıkmış gaz olup uçmuştur…
(Aldatan ve yakalanmayanın hesabı kendisiyledir.)
∘∘∘

Politikacı, iş adamı, yazar-çizer, üniversite öğretmeni, şarkıcı-türkücü, virtüöz, ressam ne olursan ol…
Aldatırsan hayalete geri dönersin…
Çocuk ruhun  hayal olmuştur!
Doğduğunda içinde saklı ruhun…
Görünmez olmuşsundur!
İçindeki çocuk seni terk etmiştir…
∘∘∘

Çocuk, ruh, hayalet, adam…
Tersine dönebilir kavramlar…
Bugün adamım, bir bakmışım yarın yokum…
∘∘∘

Bizim toplumda bunlar olmaz kolayına mı diyorsun?
Çabuk karar verme derim.
Düne bakıp yarını garanti sanmak yanıltır; gelecek hep geçmişle belirlenseydi tarihin tadı tuzu ve heyecanı olmazdı.

∘∘∘



17 Mart 2019 Pazar

Umutsuz Yaşanmayacağı Gerçeğine Sığınmak






Kalkış noktasıdır yolculuğun yalnızca;
İnanmayın, son durak diye satılıyor…
∘∘∘

Kocaman bir felsefi, etik, psikolojik, ekonomik, politik, sosyolojik tuzak:
Uçurumdan yuvarlanırken bir dala tutunmuş sarkmışsın; mutlu ve umutlu olduğuna inanmanı istiyor…
Açken doymuş gibi yaparak beslendiğini düşünmeni…  
Aklında yeşertip avcunun içinde büyütmeden, tarihin mantığından ve insanlığın yüce gönlünden beklemek umudunu.
∘∘∘

Toplumsal umudu da tanıyamaz, kendininkini yakamayan…
Gözünün içine baka baka sözüm ona yol gösterir,
Küçük bilge, sığ profesör, orta kırat politikacı:
Kesmeyin umudunuzu, başka türlü yaşanmaz…
Şecaat arzederken merdikipti sirkatin söyler…
∘∘∘

Yanlış hayat doğru yaşanmaz.”
Adorno (ö.1969), Alman düşünür böyle düşünmüş…
Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez.
Sokrates (ö. m.ö. 323), felsefeyi yeryüzüne indiren antik filozof, böyle söylemiş…
Çevirmeye çalışıyorum iki bin beş yüz yıl yaşındaki bu iddiaları:
Kendi umudun zihninde nefes almaya başlayıncaya dek, yaşadığın hayat yanlıştır onu asla doğru yaşayamazsın… Doğrusunu buluncaya kadar sorgulamayı sürdürmelisin…
∘∘∘

Adorno’nun sözü bu bloğun başlık epigramıdır.
Dört yıldır hep onu yazıyorum.
Kısacık insanlık tarihinde pek az kişi kendi hayatını yaşamıştır; kalabalıklar başkalarının verdiği rolleri sevmeye çalışır.
Modern insan kötü örneğin katmerlilerinden; uygarlık böbürlenmeleriyle kölelik yapıyor.
Hayatını kazanmak, köleliğe uyum sağlamakla özdeş duruma geliyor…
Sorgulamak için hiçbir vakit geç olmadı.

∘∘∘


8 Mart 2019 Cuma

Bütün Hayatlar "Don Kişot"un Serüvenidir






Akıllı bir canlı en çok neyi merak eder?
Dünya adlı bir gezegende bitkisinden hayvanına milyonlarca canlı türlü doğuyor yaşıyor ve ölüyor…
İnsan bu tuhaf süreci “hayat” diye adlandırmış.
Aklı başında bir canlının –en akıllısı insan- en çok sorduğu soruların arasında şunlar olmalı:
Doğup doğup ölmek ne demek oluyor? Nasıl bir iştir bu? Nasıl bir serüvendir?
Ortak yanları nedir? Bütün hayatların ortak yanı…
İnsan da sormuş, soruyor ve soracak benzer soruları? Belki de kesin yanıtı hiçbir zaman bulamayacak; ama yine de sormayı sürdürecek.
∘∘∘

Tarih boyunca verilen cevapların en saygıdeğerini, en savunulabilirini,- neredeyse kesin olanını, günümüze dek yanlışlanmak bir yana giderek kuvvetlenenini- tüm canlılara şaşmaz biçimde uygun düşenini ararsak iki iddia  buluruz:
Biri, Evrim Kuramıdır. Doğa bilimlerinin ürünüdür…
Diğeri ise insan bilimlerinden gelmiştir: Don Kişot
Doğup ölen bütün hayatlar, istisnasız, göze gelmeyen mikroptan, dev bitkilere ve hayvanlara kadar, kural dışı tek bir yaşamı dışarda bırakmadan birer Don Kişot’turlar…
Ve de evrimin sonucudurlar…
∘∘∘

Evrimin tasarımsızlığına, rastgeleliğine, tesadüflerine, olumsallığına boyun eğerek yaşarlar.
Çaresizce ölürler.
Uygarlığımız?
Aklımızla öğrendiklerimiz rastgeleliği birazcık olsun değiştirebiliyor…
Ne kadar beceriyor, az mıdır, çok mudur, yeterli midir, değil midir, herkes kendi deneyimleriyle yanıtlamalı.
∘∘∘

“Don Kişot” Batı uygarlığının ilk romanlarından.
Özellikle küçük yaşta okursanız, bir aklıevvel budalanın ahmaklıklarını anlatan ucuz bir gülmece romanı sanmanız pek muhtemeldir.
Aslında yetişkinler içindir Don Kişot, insanı ve hatta tüm canlıları anlatır.
Okurun aklına kendi densizlikleri gelmediği için kendine yakıştırmaz. Geriye bakma cesaretini gösterebilse, kaç kez yel değirmenleriyle savaştığını, tüm yaşamının kazanamayacağı bir yarışta göz göre göre direnmek olduğunu hemen görecektir.
∘∘∘

Roman, Macar filozof Georg Lukacs’a (ö. 1971) göre “Tanrının terk ettiği bir dünyanın epiğidir.
Gerçek deneyimimiz ile arzumuz hep çatışacaktır…[1]
Çatışacaktır, çünkü hepimiz birer Don Kişot’uz…
∘∘∘



[1] Paul de Man (ö. 1983), Belçikalı edebiyat bilimci; Körlük ve İçgörü, Metis, İlk basım, s.83.

7 Mart 2019 Perşembe

Gündelik Dostlar Tüm Zamanların Dostları




Bu dünyayı sarıp sarmalayacak bir düşünce ambalajı bulamadığınız anlar olmuştur.
Ya kafanızdaki lâbirente dalıp kaybolursunuz; yolculuğunuz orada sonlanır… Kayıp yolcuların tünelin ucundaki ışığı görmeleri için kim bilir kaç kez yitip gitmeleri gerekir…
Ya da dostların -belki sahte- anlayışlarının avuntusuna razı olur bunalımı atlatmaya çalışırsınız.
Ne aklınız ne gönlünüz doymuştur; ama hayatın, açmazların çaresizliğini beklemediğini bilirsiniz deneyimlerinizden, anlayamadığınız yollara boynunuzu eğip geri dönersiniz.
Yeni çıkmazlarda benzer soruların çengelinde acılı anlar bekler sizi, bilirsiniz.
∘∘∘

Dostlar elbette önemlidir…
Ama ele avuca gelmeyen aynı dünyayı bir yerinden tutabilmek için ömür vermiş, yakıcı zekâlarıyla kendilerine özel yaşamlar tasarlamış, onlara estetik hazlar yüklü anlatılarla ses vermiş olanların yakınlığı da önemlidir…
İkisi birbirini bütünlemeli. Gündelik dostluklar, bütün zamanlarda işleyen yoldaşlıklarla sağlamlaştırılmalıdır.
Aslına bakarsanız ikincileri bulmak birincilerden daha kolaydır.
Birkaç elin parlakları kadardırlar ama yerlerini herkes bilir; hangi kitaplığa gitseniz bulursunuz.
Elverir ki, arayın; onların dünyasında zaman geçirmenin lezzetini tatmış alışkanlık kazanmış olun…
∘∘∘

Benim düz, durgun, zavallı yaşamımda her tümce bir serüvendir.
Yukardaki “serüvenin” sahibi Fransız yazar Gustave Flaubert (ö.1880).
Yaşam size serüven olmuyorsa, kendiniz olmadık şeylerden yaratıyorsunuz macerayı.
Küçücük bir koşulu var bu maceranın, içindeki “ustalık cinini” dinlemeyi öğreneceksin
“Düz, durgun, zavallı” yaşamlar akmaya başlıyor. Şaşırıp kalıyorsun.
“Madame Bovary”, 1856; “Duygusal eğitim” –L’Education Sentimentale- 1869; hele hele “Üç Öykü” –Trois Contes- 1877…
Okuyup geçmek için değil, ömür boyu ne zaman isterseniz koşup içinde yaşamak için…
Tüm zamanların dostlukları böyledir, kapıları açık beklerler…
İş onları akıl etmekte…

∘∘∘





5 Mart 2019 Salı

Dâhiler ve Düz İnsanlar






Dünyadan parmakla sayılacak kadar az sayıda dâhi gelip geçmiştir.
Kalanlar ise düz insanlar ve onlara yakın duran benim de içinde bulunduğum kalabalıklardır.
∘∘∘

Gündelik hayat düz insan kaynar.
Aralarında hafif bir ton farkı vardır görünüşte… Asıl ayrımları akıllarını kullanma yöntemleridir. Farkı birlikte yaşamadan anlayamazsınız.
Duruşu ne denli havalı olursa olsun iki günde budalalığına şaşırıp kaldığınız birileri mutlaka olmuştur.
∘∘∘

Resimleri birbirine benzeyen gündelik yaşamdaki düz insanları iki ana bölüme ayırıyorum ben:
Bir, kimilerine neden dâhi dendiğini anlamaya çalışanlar…
İki, onları ezbere kabullenenler –gözlerini kapayıp saygı duyanlar- ya da onları iplemeyenler –görmezden gelenler.
∘∘∘

Doğa bilimlerindeki dâhileri değerlendirebilmek zordur, bir tutam bile olsa fen eğitimi ister…
İnsan bilimlerindeki  –humanities, beşeri bilimler- dâhileri değerlendirmek daha kolaydır…
∘∘∘

Tanrı’nın gerçek şairlere ve gerçek müzisyenlere ayırdığı deha, insanın yeryüzünde kendi varlığına tanıklık etmesini sağlayacak sözler –şiir- ya da sesler –müzik- dokumuştur…
Ve yalnızca kendisine ait bir dünya ile, kısa bir süre için bile olsa, tanıştırmıştır onu…
“İnsan kendisi olansa,”[1] onu şiir ve müzik icat etmiştir.
∘∘∘

Düz insana yakın duran büyük kalabalıkların en azından yapabileceği, sözün ve sesin dâhilerinin rüzgârlarında eğlenebilmektir.
İçlerindeki ustalık ve erdem bu durakta başkaldıracaktır.
Bu durakta döneceklerdir kendilerine götüren kutsal yollarına.
∘∘∘

Anlamdan müzik yapan ve size şimdide yeni dünyalar kuran sözlerdir, şiir.
Müzik, içinizdeki saklı anlamları şimdide yeni dünyalara döndürür.
∘∘∘
Aşağıda bu dâhilerden üçünün dizelerinden küçük örnekler sunacağım. Aynı görüşleri paylaşıp paylaşmadığınızı sınayabilirsiniz:

Sahip Olunan

Biliyorum sahip olmadığımı
Ruhumdan akıp gitmek isteyen
Düşünceden başkasına,
Ve bir de beni seven bir kaderin
Tadını kıyasıya çıkartmamı sağladığı
Her güzel âna.

Goethe (ö. 1832), Alman şair, yazar. Çeviren: Ahmet Cemal (ö. 2017).
∘∘∘

138. Sone

Sevgilim, “özüm sözüm bir” diye ant içince
Ben inanırım, oysa söylediği hep yalan;
…..
Sadık olmadığını söylemiyor, ne diye?
Ben de açıklayamam yaşlandığımı, neden?
Ah, güvenilir gözükmek ne yaraşır sevgiye;
…..
Yalan söyler dururuz, ben ona, o bana:
Tatlı dille sararız ayıbımızı yalana.

Shakespeare (ö. 1616), İngiliz şair ve oyun yazarı. Çeviren: Talat Sait Halman (ö. 2014)
∘∘∘

Onsekizinde en değersiz eşyamız canımızdır.

Nazım Hikmet (ö. 1963), Türk şair.
∘∘∘



[1] Heidegger (ö. 1976) Alman filozof.