15 Şubat 2018 Perşembe

"Akıllı"yla Sohbet






Kasabanın birinde insanların aklını anlata anlata bitiremediği biri yaşarmış. Öylesine ki adamın adı zamanla unutulmuş, “Akıllı” demeye başlamışlar…
∘∘∘


Uzak köylerden, ayda bir ancak pazara kasabaya inebilen Çoban merak etmiş,  bu denli akıllı biri nasıl olur diye…

Pazara indiği günlerden bir gün her şeyi göze alıp kapısını çalmış Akıllı’nın:

 Ben, demiş, çobanım; şu şu nedenlerle kapınızı çaldım. İlginç bulmuş olacaklar içeri buyur etmişler çobanı.
∘∘∘


Salonda koltuklardan cama yakın olanına sağ bacağını kıvırıp altına alarak oturmuş. Bacakları ikiz kardeşler gibi önünde uzanınca ne yapacağını bilmez, bacak bacak üstüne atmaktan ise utanırmış.

Akıllı gelmiş oturmuş karşısındaki koltuğa “kızım bize çağ getir,” diye seslenmiş içeriye.

Çayını içerken geldiğine bin pişman olmuş çoban, nereden kalkıştım böyle aptalca işlere diye yakınıyormuş içinden… Avuçlarını ovuşturarak kem küm etmiş:

“Akıllı biri nasıl olur, bilmem ben; hiç görmedim… Eksik olmayın sayenizde görmek istedim…”

Bön bön bakmış Akıllı, önündeki kurabiyeden ısırırken. Sessizlik kara bir yılan gibi başlamış dolanmaya, çay bardağı, kaşık tokuşmaları ve tabaktan kurabiye kalkış ve iniş tıkırtıları arasında.
∘∘∘


Çoban alışık, konuşmadan sessizce köşesinde büzülmeye… Akıllı’nın seslenmesini bekliyor. Boşlar gitmiş yenileri gelmiş, kurabiyeler tazeleriyle desteklenmiş. Sonunda akıllı:

“Kimden duydun benim akıllı olduğumu?” diye girmiş konuya.

“Herkesten…” Altındaki ayağının üstünde hafifçe yaylanarak sürdürmüş çoban “Kim bilir ne güzeldir akıllı olmak, iki gözümle bir kez olsun göreyim istedim bu dünyada…. Nasıl bir şey akıllılık?”
∘∘∘


Akıllı keyiflenmiş, ancak akıllılığa yakışmaz diye göstermemiş:

“O kadar da akıllı mıyım bilmiyorum, ama bildiğimi söyleyeyim. Bizim gündelik dünyamızda, yani sabah kalktın rızkın için didindin, eve döndün, yemeğini yedin, iki-üç lâfın belini kırdın, karının kolunda yatağa attın kendini… İşte bu dünyada…”

Çoban yine aşağı yukarı gidip gelmiş ayağının üstünde: “Ben de onların çoğu yok ama her neyse…” diyecek olmuş, ama yakışmaz diyerek geri durmuş.
∘∘∘

Akıllı kaldığı yerden sürdürmüş:

“Ne diyordum, işte o bizim sıradan alemimizde ‘akıllı’ olmak ‘varlıklı olmaktır’… Öyle varlığın olacak ki ekmeğin için istemediğin hiçbir işi yapmayacaksın… Ol da nasıl olursan ol, kimse ilgilenmez…”

Eğilip çayından bir yudum daha alıp gıcığını temizlemiş.” Bana sorarsan, iyi kötü üç beş kazanmak için ne şeytani çukurlara attım kendimi, ne vicdan azapları taşıyorum hâlâ, ne kanunların arkasından dolandım Allah biliyor… İnşallah affeder beni, yoksa yandım demektir!

Gözüme karartıp daldığım girdaplardan çıkamasaydım bugün beni arada bir lanet etmek için anarlardı sadece… Şansım yaver gitti paçayı kurtardım, şimdi ‘akıllı’ diyorlar… 

Anlayacağın bu iş akıldan çok kumar oynamak, hayatınla!

Akıllılık mı, ahmaklık mı sen söyle?"
∘∘∘


Biraz önceki şaşkın sessizlik çökmüş salona yine. Çoban donup kalmış. Akıllı’nın gözleri karşı duvarda asılı babasının nüfus kağıdından büyütme vesikalık resmine çakılmış.

“Sana gösterdikleri her “akıllı”ya karşılık bil ki onlarca daha az zeki, daha az uyanık, talihsiz, beceriksiz –ya da hepsi birden- ve de aynı pisliklere bulaşmış “akıllı” adayı bugün mezarlıklardadır! İnsanlar mezarlıkları sevmediği için o yöne pek bakmazlar… Hayatın kurgusu böyledir hayatta kalmak üstüne...

Ayakta kalanlar “akıllı” olur.”

Çoban söylenenlerin çoğunu anlamamış; ama anladıkları ona yetmiş…

Bildik dünyada nerede bir "akıllı" var deseler yolunu değiştiriyormuş bundan böyle...
∘∘∘



Note: Bu yazı Thomas Hardy’nin (İngiliz şair, romancı; ö.1928) “Çılgın Kalabalıklardan Uzak” romanından esinlenerek yazılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder