24 Şubat 2018 Cumartesi

Endüstriyel Hayat Tuzağı





Üniversitelerin laneti gençlerin üzerinden topluma yağıyor… .

Vergilerinle beslenen sana zehir saçıyor.
∘∘∘


Öğrenmeye değmeyecek şeyleri bilgi diye satıyor? Yaşamak için öğrenmek yerine, hayatla ilgisiz şeyleri kovalamayı bayrak yapıyor.

Onlar ne yaparsa yapsın sen işine bak, demek işe yaramıyor; gençler yolunu şaşırıyor; en azından aralarından gerçekten öğrenmek isteyenlere yazık oluyor.
∘∘∘


Okuduğum ve asla unutmadığım şeyler var:

Şiir yazmak, şair olmaktan epey farklıdır.

Herkes şiir yazabilir; ama şair olabilmek için şiir yazmadan yaşayamayacağına emin olmak ve bu konuda en ufak bir kuşku duymamak gerekir.

Şiir yazmadan yaşayabilen şair olamaz!
∘∘∘


Yazmak ayrı yazar olmak apayrı şeyler…

Herkes bir şeyler yazabilir, ama yazar olmak için yalnızca ve de yalnızca yazar olmak için yazmayı sürdürmek gerekir.

Hiçbir yazdığı yayınlanmasa bile yazar oluncaya dek yazmayı sürdürmek… 

Kolay başa çıkılacak iş midir?
∘∘∘


Ben herkesin “yapmazsam ölürüm” dediği işler olduğuna inanmak istiyorum.

Ama seni tuhaf şeylere yönlendiriyorlar.

Çocuklar kendini koruyamıyor; yorgun ve yılgın anne baba onları acımasız gerçek yaşama değil kafalarındaki “rahat yaşama” yönlendiriyor…

İyilik yaptığını sanıyor.
∘∘∘


İnsan yapmazsam ölürüm dediği şeylere ayırdığı vakit kadar yaşıyor.

Hayatın geri kalanı dolgu maddeleriyle tıkış tıkıştır; ucuz -renksiz, kokusuz- ilgisiz katkılarla  ağırlaştırılmış endüstriyel gıdalar gibi…

Endüstriyel hayat senin değildir; gaza gelirsen hayatınla ödersin…

∘∘∘



20 Şubat 2018 Salı

İnsan Neden Yanılır






Ayakta kalmak ve güçlü olmak için yaşarsın, ama inandıkların için yaşadığına kendini ikna edersin.
∘∘∘


Değerlerinin ve yaşam tarzının değişik olması yukardaki ilkeyi değiştirmez…  Nasıl sağ kalmaya çalıştığın seni belirler…

(Not: bu iyilik-kötülük konusu değildir.)
∘∘∘


İnsan gündelik yaşam içinde hapsolmuştur, -bu- sıradan yaşamın işe yarar bir mantığı yoktur; kime sorsan doğru mantık ondadır.

Başkalarına en az zarar verenin, en az hak yiyenin, en fazla özgürlük tanıyanın öne çıkması gerekirken, en güçlü –varlıklı- sivrilir ve en akıllı görülür.

İnsan türünün her büyük buluşunun kendini vurması bundandır.
∘∘∘


Herkes eleştiriye açık olduğunu söyler –diyelim ki bu doğru- ama eleştiriden nefret ettiğini söylemez –asıl doğru olan budur.

Hem açık olursun eleştiriye hem de ondan nefret edersin; bu gayet te olanaklıdır!

(Not: Bilim felsefesinin kalesini “eleştiri” üstüne inşa eden K. R. Popper (ö. 1994) özel hayatında kimseyi dinlemeyen dediğim dedik biridir.)

Başkalarının eleştirilerinden nefret eder, kendine yönelttiğin –kendi- eleştirilerine hayran olursun.
∘∘∘


Yanılmak öğrenmenin bedelidir.

Hiç yanılmadığını sanan, hiç hata yapmadığına inanmıştır; her şeyi bildiğinden öğrenmeye de ihtiyacı yoktur.
∘∘∘


Hata yapmadığını, yanılmadığını sanmanın bedeli depresyondur –çöküntü-;  çünkü yeni bir şey öğrendiğini asla deneyimleyemezsin...

İnsan, işe yarar bilgiyi tutabildiğini hissettikçe yaşam sevinci doğurur - kendisi için.

Hata yapmayanlar ne öğrenebilir ne neşe dokuyabilir kendilerine…
∘∘∘


Sevmenin yeterli olduğu yinelenir durur, değildir; esas olan yaşam sevinci dokumaktır; sevmeye çıkan yollar bile yaşam sevinci duraklarından geçer.
∘∘∘




15 Şubat 2018 Perşembe

"Akıllı"yla Sohbet






Kasabanın birinde insanların aklını anlata anlata bitiremediği biri yaşarmış. Öylesine ki adamın adı zamanla unutulmuş, “Akıllı” demeye başlamışlar…
∘∘∘


Uzak köylerden, ayda bir ancak pazara kasabaya inebilen Çoban merak etmiş,  bu denli akıllı biri nasıl olur diye…

Pazara indiği günlerden bir gün her şeyi göze alıp kapısını çalmış Akıllı’nın:

 Ben, demiş, çobanım; şu şu nedenlerle kapınızı çaldım. İlginç bulmuş olacaklar içeri buyur etmişler çobanı.
∘∘∘


Salonda koltuklardan cama yakın olanına sağ bacağını kıvırıp altına alarak oturmuş. Bacakları ikiz kardeşler gibi önünde uzanınca ne yapacağını bilmez, bacak bacak üstüne atmaktan ise utanırmış.

Akıllı gelmiş oturmuş karşısındaki koltuğa “kızım bize çağ getir,” diye seslenmiş içeriye.

Çayını içerken geldiğine bin pişman olmuş çoban, nereden kalkıştım böyle aptalca işlere diye yakınıyormuş içinden… Avuçlarını ovuşturarak kem küm etmiş:

“Akıllı biri nasıl olur, bilmem ben; hiç görmedim… Eksik olmayın sayenizde görmek istedim…”

Bön bön bakmış Akıllı, önündeki kurabiyeden ısırırken. Sessizlik kara bir yılan gibi başlamış dolanmaya, çay bardağı, kaşık tokuşmaları ve tabaktan kurabiye kalkış ve iniş tıkırtıları arasında.
∘∘∘


Çoban alışık, konuşmadan sessizce köşesinde büzülmeye… Akıllı’nın seslenmesini bekliyor. Boşlar gitmiş yenileri gelmiş, kurabiyeler tazeleriyle desteklenmiş. Sonunda akıllı:

“Kimden duydun benim akıllı olduğumu?” diye girmiş konuya.

“Herkesten…” Altındaki ayağının üstünde hafifçe yaylanarak sürdürmüş çoban “Kim bilir ne güzeldir akıllı olmak, iki gözümle bir kez olsun göreyim istedim bu dünyada…. Nasıl bir şey akıllılık?”
∘∘∘


Akıllı keyiflenmiş, ancak akıllılığa yakışmaz diye göstermemiş:

“O kadar da akıllı mıyım bilmiyorum, ama bildiğimi söyleyeyim. Bizim gündelik dünyamızda, yani sabah kalktın rızkın için didindin, eve döndün, yemeğini yedin, iki-üç lâfın belini kırdın, karının kolunda yatağa attın kendini… İşte bu dünyada…”

Çoban yine aşağı yukarı gidip gelmiş ayağının üstünde: “Ben de onların çoğu yok ama her neyse…” diyecek olmuş, ama yakışmaz diyerek geri durmuş.
∘∘∘

Akıllı kaldığı yerden sürdürmüş:

“Ne diyordum, işte o bizim sıradan alemimizde ‘akıllı’ olmak ‘varlıklı olmaktır’… Öyle varlığın olacak ki ekmeğin için istemediğin hiçbir işi yapmayacaksın… Ol da nasıl olursan ol, kimse ilgilenmez…”

Eğilip çayından bir yudum daha alıp gıcığını temizlemiş.” Bana sorarsan, iyi kötü üç beş kazanmak için ne şeytani çukurlara attım kendimi, ne vicdan azapları taşıyorum hâlâ, ne kanunların arkasından dolandım Allah biliyor… İnşallah affeder beni, yoksa yandım demektir!

Gözüme karartıp daldığım girdaplardan çıkamasaydım bugün beni arada bir lanet etmek için anarlardı sadece… Şansım yaver gitti paçayı kurtardım, şimdi ‘akıllı’ diyorlar… 

Anlayacağın bu iş akıldan çok kumar oynamak, hayatınla!

Akıllılık mı, ahmaklık mı sen söyle?"
∘∘∘


Biraz önceki şaşkın sessizlik çökmüş salona yine. Çoban donup kalmış. Akıllı’nın gözleri karşı duvarda asılı babasının nüfus kağıdından büyütme vesikalık resmine çakılmış.

“Sana gösterdikleri her “akıllı”ya karşılık bil ki onlarca daha az zeki, daha az uyanık, talihsiz, beceriksiz –ya da hepsi birden- ve de aynı pisliklere bulaşmış “akıllı” adayı bugün mezarlıklardadır! İnsanlar mezarlıkları sevmediği için o yöne pek bakmazlar… Hayatın kurgusu böyledir hayatta kalmak üstüne...

Ayakta kalanlar “akıllı” olur.”

Çoban söylenenlerin çoğunu anlamamış; ama anladıkları ona yetmiş…

Bildik dünyada nerede bir "akıllı" var deseler yolunu değiştiriyormuş bundan böyle...
∘∘∘



Note: Bu yazı Thomas Hardy’nin (İngiliz şair, romancı; ö.1928) “Çılgın Kalabalıklardan Uzak” romanından esinlenerek yazılmıştır.

8 Şubat 2018 Perşembe

Kitap Şiir Hayat





Onlarca abur- cubur şey –kitap- okur, atar bir köşeye unutursun…

Boşuna değildir:

Kesilip bırakmazsan, mutlaka

Sürekli okuyacağın biricik kitabını bulursun…
∘∘∘


Sonunda bir de bakarsın biricik kitapların öylesine çoğalmış ki…

Şaşırıp kalmışsın:

Okuyacağın yegâne kitap sen kendin olmuşsun.
∘∘∘


Şiirsiz yaşayabilenden şair olmaz,

Yaşamadan edebilenden de hayat fışkırmazmış…

Yaşamadan çabuk ihtiyarlıyor modern insan yanlış hayatın sokaklarında,

Canlılığını uzun koruyor –uzun yaşıyor- ama sevinçsiz günlerde…

Edebilirsen, ayağa kalkmazsan, razı olursan hep böyle sürüp gidecekmiş…

Çünkü “Şiirin teorisi bizzat hayatın teorisiymiş”[1]
∘∘∘




[1] Wallace Stevens (ö.1955), Amerikalı şair, “New Haven’da Sıradan Bir Akşam”.


"Şimdi"nin Çılgın Güvercini




Doğayı anlayayım derken, “şimdi” uçup gitmiş elimden… Kafesini bulamayan sarhoş bir güvercin artık benim için. Çıkmaz sokakta ufuklarım kararıncaya dek gündemimi sokak belirliyordu. Hâl ve gidişimin rotasını gündelik hayatın oyuncularının bakışlarına göre ayarlıyordum.
“Şimdi”, hayatmış, yeni yeni öğreniyorum.
Geçmiş rüya, gelecek hayal… İlkinden çıkıp ikincisine girerken bekleme salonunda geçirdiklerim ise hayat.
Ne yaparsan, ne yaşarsan bekleme salonunda…
∘∘∘

Hâlâ doğa derdindeyim ben, inanır mısın?
Şimdi yoksa, yalnızca kaybettiklerimiz ve kazanacaklarımız var –rüyalarımız ve hayallerimiz… Bunu bile bile:
Şimdi yoksa sen yoksun.
∘∘∘

İki şeye kafayı taktım:
Bir, insan nasıl böyle bir takasa razı olur? Teknolojiye karşılık hayat… Cep telefonunu al, hayatını ver; cep telefonunu al, yaşamaktan vazgeç; cep telefonunu al köleliğe razı ol…
Sanki mecbur! Kendine gelse, yine alacağını alır yaşamını terketmez! Gönül rızasıyla teknolojik zincirleri takmış bileklerine!
İki, bilim –doğa bilimi- en güvenilir kurum, kabul ediyorum; ama niçin insan çevreyi öğrenmekten mest olur, Tanrı’nın sadece kendisi için dokuduğu kumaşı merak edip üstüne giymez?
Başka şeyleri coşkuyla ararken kendini unutur?
Bilinmiyor…
Geriye dönüp geçmişimi anlayayım istiyorum; yaptıklarımı nasıl yapar mışım, öğrenmek hakkım değil mi?
Belki abartıyorum, biliyorum çoğunun umurunda değil; olsun benim umurumda ya…
∘∘∘

Bana öyle geliyor ki –başkaları umursamasa bile- yalnızca sana yeten bir becerin yoksa ya da oluşma yoluna girmemişse “şimdi” güvercinini boş yere bekleme.
Bugün başla, tutkuyla bağlı olduğun bir ustalığı bir mahareti kazanma yolunda didinmeye... Güvencinin anında kafayı sana döndürecek, dönüş yoluna girecektir…
Aksi durumda zoraki eğlence saatlerinde zamanı tüketmeye devam…

∘∘∘


2 Şubat 2018 Cuma

Seveceksen İşte Hayat




Sağol ben almayım mı diyeceksin?
“Şahane bir saçmalık” çıkmış şansına,  evrenin en büyük piyangosunda;
Merak ediyor insan boyunun ölçüsünü…
∘∘∘

Ama allayıp pullamadan, gözünün önündeki görmeyip kafandaki “olması gereken” hayaletlerle avunmadan…
Şöyle bir bakın çevrene “hayat insanı” denenlerin çoğu “eğlence severdir”…
Eğlenmek kötüdür dediğim yok; şuraya gelmeye çalışıyorum:
Hayatın bin tanımı olsa, “eğlence” en kötülerinden biri olurdu; eğlence tu kaka olduğundan değil, hayat dediğimiz tuhaf yolculuk “eğlence” ile doymadığından…
∘∘∘

Nereden mi biliyorum?
Kim, ömrü hayatı, varsa da vakit geçsin yoksa da vakit geçsin olan biri olmak ister?
İdolü Kazanova olan birine rastladınız mı?
Bu öyle insanlar olmadığını göstermez tabii ki; ama onların bunu açık etmeye yüzleri tutmadığını ortaya döker…
Gece gündüz film seyreden, içki içen, kumar oynayan, kahvehaneden çıkmayan, oyun masasından kalkmayan insanlardan rol model yapabilir misin?
Bunlar hayatın yanlış tanımıdır…
Özgürlük, istediğin amaç için yaşamaktır kuşkusuz; ve de insanlar isteyerek mutsuz olmayı da seçebilirler... 
Yeter ki vakit geçsin!
∘∘∘

Gelelim kederli yolculuğa ayak uydurmaya:
Yalnız bir yolcu olduğun henüz  kafana oturmadıysa, anlatacaktır sana hayat…
Hayal kırıklıklarınla…
Onu da anlamazsan, başlarsın bütün –kendin dışında- insanlara “kötü” demeye…
Dostlarına ne denli  güvenirsen güven, yaşamın oyuncuları sen ve seyircilerdir…
Dostların da seyirciler arasındadır…
Hesabı böyle yapmalı sürpriz olursa piyongodan çıktı saymalısın.
İstediğin kadar beğenme, kurgu böyledir…
Seveceksen oyun budur!
∘∘∘

Beni yanlış anlama, kimseyi sevme, kimseye güvenme falan demiyorum…
İstediğin kadar sevdiğin olsun gene yalnızsın, diyorum…
∘∘∘

Geriye ne kalıyor: sen ve kanatlarında uçacağın sana özgü becerilerin…
Sevdiklerin neden önemli?
Gerçekten seviyorlarsa, seni sen yapan becerini bulmana yardım edecekleri için…
Değil, ille de çalış –paralı köle ol ısrarında iseler…
Sen, sana öğretilen –onların (onlar kimse?) dediği- hayallere göre kurmuşsun hayatını…
Kopyadan fazla değilsin!
∘∘∘

Hayat becerilerinden başka hiçbir pınardan su içmek istemeyeceğin tuhaf bir oyun.
Birbirlerinin beceri yolunu açanlar sevgilidir…
Ama bu saçmalık!
Evet belki öyle, ama gerçek!
Seveceksen bunu seveceksin; gerisi boş lâf!
∘∘∘