31 Ocak 2018 Çarşamba

Gündelik Hayatta Akıl Sahibini Vurur





Diploma sonrası yaşamdır gündelik hayat…

Okul, okul gibiyse kafanı çalıştırarak iyi not alırsın;

Yaşam –bildik- yaşam gibiyse iki adım gider tökezlersin, buradan sonra aklın seni vurmaya başlayacaktır.

Ya oyunu değiştirecek ortama uyacaksın -uyanıklar böyle yapar- ya da kendine özgü bir sokak açacaksın.

Hani var ya “Ya bir yol bulacaksın ya bir yol yapacaksın…”

Onun gibi… Gerisi boş lâf!

Yakınarak ölüyor insanlar!
∘∘∘


Akıl yürütmek zor zanaattır pratik hayatta.

Elinde veri yoktur; işe yarar mantık’ı hiç arama…

Okulda doğa bilimlerini iyi kötü tattırıp salarlar sokağa...

Debelenirsin akıllı –mantıklı- olmaya…
∘∘∘


Üç çıkmaz sokakta “düşünüyorum” diye kendini kandırırsın:

Bir, kendini doğrulamanın peşinden koşarsın. Nerede düşüncelerini anlatan, senin gibi birileri var orada olursun… İşler sarpa sarınca birlikte bir teselli bulursunuz…

Senin gibileri -olumlu örnekler!- gördükçe mantıklı düşündüğüne yorarsın…
∘∘∘

İki, birbiriyle ilgili şeylerden –birkaç kez birini diğerinin ardından veya ikisini yan yana gördüğün şeylerden- birini diğerinin nedeni sanırsın…

Üstelik yaptığını akıllı olmak zanneder kendinle gurur duyarsın…

Kurbanlık mantığıdır bu; bayrama kadar iyi yemek yiyince hayatı hep böyle gidecek diye bekler koyun, ama bayramda kafasını keserler…

İyi yemek vermeleri sevdiklerinden değildir…

Çıkmaz sokakta olduğunu hissettiğin zamanlar olmuştur; ancak çaresizsindir, hiçbir şey düşünememekten iyidir der sürdürürsün…
∘∘∘


Üç, olasılıklar…

Olasılığı yüksek olan beklentileri, olacak diye düşünürsün…

İhtimal –olasılık, probability- bir şeyi çok çok çok defa yaparsan ne olacağını gösterir…

Bir bilgidir… kabul; ama asla ve de kata bir sonraki durumun ne olacağını göstermez…

İstatistikler öyle gösteriyorsa doktor sana %80 kanser olacaksın der; bu asla senin mutlaka kanser olacağın anlamına gelmez…

Doktorlar sebeplerini bilmedikleri hastalıklar konusunda istatistiklerden çıkma yanlış algılanan bilgilerle hava basarlar…

Çünkü  olasılık’tan kalkıp nedenlere gidilemeyeceğini bilmez çoğu…

Hayalet mantıktır olasılık, aslında yoktur ama var sayarsın…
∘∘∘


İşte size gündelik hayatta başarıya gidilen üç çıkmaz mantık…

Doğrusu ne? Kimse bilmez!

Başarılarınızı ve çöküşlerinizi fazla ciddiye almayın, gündelik hayatta debeleniyorsanız!

Başarı gündelik hayatı aşmaktır…

∘∘∘




22 Ocak 2018 Pazartesi

Bırakırsan Yazık Edersin Hayat Denen Şahane Saçmalığa





Başın çok sıkıştı gerçekten zor durundasın…

En iyi dostun aradı:

(Hayat, dedin içinden, ne denli çekilmez olursa olsun yeter ki dostun olsun!)

“Hayrola, ne oldu?”

Anlattın…

Sordu:

“Şimdi ne yapacaksın?”

Donup kaldın! Aynı takımda oynadığını sandığın dostun, seyirciymiş, yeni öğrendin.

(Not: Dostun, sana gönlünü alacak biçimde zarafetle yaklaşmış olsaydı bile yalnızca seyirci olma özelliği değişmezdi.)

İnsanda ortaktır bu: Senin dışında herkes seyircidir.

Seveceksen böyle seveceksin- hayatı.
∘∘∘


Epey deneyimlisin, orta yaşlarda…

Arkana bakıyorsun: bir seri budalalık… Sen bu değilsin, başkası olmuşsun bugün…

Dünün şimdiden kopuk: köklerin toprağa tutunmuyor… Sallanıyorsun, sallanmayı sürdüreceksin; geçmişini şimdiye bağlamayı başaramazsan…

Yeniden yazacaksın geçmişi; yapamazsan köksüz bir kopyasın…
∘∘∘


İnsanda ne ortak, niçin ortak? Nasıl öğreneceksin?

Kitaplar yazmaz…Kendin bulacaksın!

Toplum ilgilenmez… Onun –toplumun- derdi “güç”tür…

Halbuki sen yaşamın kendisisin… Toplum sana boş verir…

Sana, sen boş vermeyeceksin; kendini ciddiye alıyorsan…
∘∘∘


Hayatı şiirler, romanlar ciddiye alır, beğendiğin dünyayı oralarda bulur gönlünce yaşarsın…

Çalıştığın yere, mahallene pek benzemez romanlar… Benzeyenler, sıcak bir dost gibi teselli edenler, ucuz romanlardır…

Hayal diye küçümser yazılanları “gündelik hayat”… Ona sorsan gerçek –realite!- kendisidir…
∘∘∘


Bana sorsan, “gündelik hayat”, gerçek hayatın zorunlu, lanet bir durağıdır… Şiirlerden duyduğun, romanlardan okuduğun içinde rahatladığın dünyaya ulaşmak için mecburi bir uğrak…
∘∘∘

İnsanı şairler icat edermiş!

Harold Bloom’a[1] (d.1930) göre insanı Shakespeasre (ö.1616) icat etmiş…
∘∘∘


Gelgelelim “Bütün kötü şiirler samimidir.”[2]

İyi şiir yazmak için samimi duygular yetmez; kendi orijinal kurgunu icat etmek zorundasın…

Hayatlar şiire benziyor; ancak senin özgün kurgun olmalı, hayallerinle yüklenmeli… Sağduyunun kör bir kopyası olmak kötü şiir yazmaktır…

Sevinç yüklemez, doyurmaz kötü şiir, sofrasından hep aç kalkarsın…

Yazık edersin hayat denen bu “anlatılmaz derecede tuhaf şahane saçmalığa”[3]
∘∘∘





[1] Amerikalı eleştirmen.
[2] Oscar Wilde (ö.1900), İrlandalı yazar.
[3] Nabokov (ö. 1977) Rus romancı, “Solgun Ateş”.


13 Ocak 2018 Cumartesi

Mizaç - Sağduyu - İçduyu (2)






Doğada bilinen 4 kuvvet var:

Kütle çekimi, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, zayıf nükleer kuvvet…

Gündelik hayatta son ikisini hissetmiyoruz.
∘∘∘


Bilim yukardakilerin dışındaki kuvvetlerle ilgilenmiyor, örneğin hiçbiri birbirine benzemeyen insanların yaşamlarını – kararlarını, davranışlarını ve mutlu olma düzeylerini- kapsama alanı içine almıyor.
∘∘∘


   Niçin alanını daraltıyor? Çünkü bu basitleştirmeyi yapmadan işin içinden çıkamayacağını düşünüyor.

  Sonunda ” insanla” bütünsel olarak değil, yalnızca onun vücuduyla ilgileniyor bilim…

 Barınmak, beslenmek, giyinmek, korunmak, acılarını dindirmek, kafan bozuksa rahatlatmak… gibi alanlarda bilime döner; işe yarar şeyler bulursun…

  Sağduyu gibi insan vücudunun rahatına takmış; iş nasıl yaşamalıya gelir dayanırsa oralı bile olmaz…
∘∘∘


   Bu eksiğe ilk kafayı takan Danimarkalı Kierkegard (ö.1855) olmuş sen demiş Hegel’e (ö. 1831), her biri apayrı tasarımlarla dünyaya düşen bunca insanı görmezden geliyorsun.

   Ardından arkası gelmiş: Nietzsche (ö.1900), Freud (ö. 1939), Wittgenstein (ö. 1951), Heideger (ö.1976), Harold Bloom (d. 1930)…
∘∘∘

   Hayat nasıl yaşarsan daha az yanlıştır? Milyon dolarlık soru bu…

    Bu yola girince yaşamın etkin kuvvetlerinin –doğadaki dört temel kuvvete benzeterek- mizaç, sağduyu ve içduyu olduğunu söyleyebiliriz.

   Sağduyunun çekim alanı içinde gözünü açarsın; yaradılışını eğip bükerek sağduyuya uydurmaya zorlarsın…

   Geçmişindeki olumsallıkları sağduyu gibi boyarken kırarsın, dökersin, zorlarsın, ruhunu cendereye sokarsın…

  Mizacını sağduyunun yoluna sokmuş, geçmişinle şimdini, acılar içinde birbirinden koparmışsın…

 Uyumsuzum, kaderime razı olmayım, türünden budalalıkların kuyusuna düşmüşsün…
∘∘∘


 Geçmişte içinden geçtiğin olumsallıkları sağduyunun terimleriyle tanımlar kendine değil kopyana bakarak kendine hesap verirsin…
  
  Olumsallıkların yerine değişmez gerçekler koyma çabası içinde olmak yerine,

  Onları kabul edip kendine göre tanımlamak, “geçmişte olan şeyleri ‘onu böyle istedim’ diye yeniden dokumak”…
∘∘∘


 “Mizaç-Sağduyu-İçduyu” bermuda üçgeninde kimseye rahat yoktur; kurtuluş “mizaç-İçduyu” kenarında yaşamak ve sağduyunun çekiminden kurtulmak...
∘∘∘

11 Ocak 2018 Perşembe

Mizaç - Sağduyu - İçduyu (1)






Fabrika ayarları, “mizaç”;

İçine düştüğüm cemaatin kurda kuşa muhtaç olmaman için anlaşma sağladığı değerler, “sağduyu”;

İçinden gelen, ancak kendini yeniden doğurduğunda duymaya başladığın sesler ise “içduyu”dur…
∘∘∘


Ayırdında olup olmaman oyunu değiştirmiyor, üç tarafından toprağa çakılmış kazıklara gerilen paratoner direklerine benzersin:

Bir yandan “yaradılışın” çeker, 120 derece sonra “sağduyu” bütün gücüyle kendi bölgesine ister seni, bir 120 derece sonra “içduyu”nun belli belirsiz çekim alanını hissedersin…
∘∘∘

Gözünü açtığında sağduyunun manyetik alanında kaybolmuş bulursun kendini. Sağduyu, çevrenle hizaya geçmeni, adımlarına sahip olmanı, toplu rap-rapları kaçırmamanı öğütlüyordur.

İyi insan olmak ister, emirlere uyarsın; başka şansın yoktur!
∘∘∘

Zamanla, -ne kadar erken olursa o kadar şanslısın- mizacın kafa kaldırmaya başlar:

Bu, der, sağduyunun isteyip durdukları, bize pek uymuyor, kendi yolumuzu çizmenin yolunu bulabilir miyiz?

Başından atmaya çalışman boşuna, dönüp dolaşıp ayağına dolaşacaktır…
∘∘∘


İçduyu, mizacın gibi arsız değildir; nazlanır senin harekete geçmeni bekler; yaradılış –mizaç- altyapın, zamanın ve tesadüflerin elinde değişik boyutlara ulaşacaktır…

İnsan beynini kendi yapar…

Sen davranmazsan meydan başkasına –sağduyuya- kalır.

Sağduyunun rüzgârına kapılır ona göre şekillenirsin…

Güneşi çarpık yönlerden alan ağaçlara döner, tuhaf biçimler alırsın…

İçinden esas şarkını –içduyu- söylerken, yüksek sesle yeni şarkı öğrenmenin cenderesi hayat boyu sıkıştıracaktır yüreğini…

Yaşamın, sağduyunun giydirdiği deli gömleği içinde geçtiğinden tarifsiz bunalımlar geçireceksin…

Önerilen –psikolog, filozof, ekonomist kökenli, sağduyu bazlı- çıkış yollarıyla, lanetli labirentti savuşturamazsın…
∘∘∘


Yapman gereken, mizacının yönelimleri çizgisinde zamanı karşılaman, beyninin gelişimini –zamanın ve tesadüflerin ruhundaki işçiliğini- gerçekten istediğin yönde sürdürmesini sağlaman…

Artık zoraki, eğreti, sıradan değil, gerçek becerilerin olacak…

Daldıkça sana zamanı unutturacak büyülü becerilerin!

Neye istersen,  özyaratımına ya da toplumsal dayanışmaya dilediğince yüklenebileceksin…

(Devamı var)

∘∘∘



8 Ocak 2018 Pazartesi

Hayat Rasyonel mi






Sabah kaltın, kahvaltı ettin, eşine (yalnızsan kendine) hayırlı günler diledin ve evden çıktın…

(Yaptığın ahlak temelli metafizik, akıldışı.)
∘∘∘


İşine gittin… Üretiyor, ya da alıyor satıyorsun…

Fiyat belirleyeceksin… Alış fiyatının üstünde bir fiyat belirliyorsun… Satıyorsun veya mallar elinde kalıyor… Yarın için koyduğun fiyat rasyonel olsa mutlaka işe yarardı… Oysa zaman seninle top gibi oynar…

Geçen yıl kaça alıp kaça sattığın, kâr mı zarar mı ettiğindir elinde olan… Bir de çok değerli bulmana karşın pek de işe yaramayan ülken ve dünyanın gidişatı üstüne yaptığın genel değerlendirmelerin…

(Burada bir mantık kullanıyorsun kullanmasına, ancak bu mantık baştan sona ahmakça ve kesinlikle işe yaramıyor: Tüme varım, İnduction –endüksiyon-, düne bakıp yarının da öyle olacağını tahmin etmen… Aslında kazığını çok yemişsindir bu düşüncenin; ama elinden ne gelir, başka bir denklem yoktur elinde…  

Rasyonel bulursun kendini. Hani teknik analiz yapan borsacılar var ya onlar bunun grafiğini çizer -matematik görünümünde- fizik kuralı gibi satarlar. Bu şarlatanlıktır, ancak tüm dünyada tutmuştur.

Dünyanın sistemidir şarlatanlık…

Endüksiyonun boş olduğunu Kant (ö. 1804), Hume’dan (ö. 1776) öğrenmiş ve “Beni dogmatik uykularımdan uyandırdı…” demiştir.)
∘∘∘


Evleneceksin, nasıl karar vereceksin? Gördüğünü ciddiye almaktan başka çaren mi var?

(Zamanın ve tesadüflerin rüzgârında savrulduğunu hissedersin, ancak yine de iyi kötü aklını kullandığını düşünürsün. Durum akıldışılığın tanımıdır… Talihinin ve mizacının eline oynadığını sezersin içten içten…)
∘∘∘


Eğlendiğini sanır bir büyük rakı içersin… Sabah karanlık yüklü kalkarsın…

(Sevinç doğurmak rasyoneldir, seninkisi  ham hayal!)
∘∘∘


Eğlendiğini sanırsın kumar oynarsın… Masadan –kazansan da kaybetsen de- çökmüş kalkarsın…

(Sevinç doğurmak rasyoneldir, seninkisi  ham hayal!)
∘∘∘


Yeni iş kurarsın… Hesap kitap hepsi tamamdır… Fizibilite raporları, uzman görüşleri…

Ancak arkadan dolaşıp oyunda hile yapmıyorsan, ya da kimsede olmayan bulunmaz bir yeteneğin yoksa, ya da şansın yaver gitmezse, ya da mizacın zamanla ve tesadüflerle uçurumun kenarında öpüşüvermezse…

İş oyunu akıldışıdır…
∘∘∘


Büyük iş adamları reddeder bunu, herkes onlara hak verir. Çünkü hayat mezarlıkları hiç görmez. Sağ kalanları alkışlar.

O kocaman iş adamların yaptıklarının aynını yapan binlerce benzeri ölüp gitmiştir. Mezarlıklar onlarla doludur.

Kimseye anlatamazsın.
∘∘∘


Hayat budur. Seveceksen, bilerek sevmeli, hayali bırakmalısın…

Rasyonel olan, hayatın rasyonel yaşanmayacağıdır…
∘∘∘



Bugün Dünyada Nasıl Yaşanır





Dün de “Nasıl yaşayacağız?” sorusu ağırdı, ama yanıtını bilmesek bile pek fark etmiyordu…
Bugün…
Hesabını zor ödüyorsun…
Yanlış hayatı doğru yaşamaya çalışmanın…
∘∘∘

Kendi hayatına bak, yakınındaki yaşamları gözle, ödenen bedellerin küllerini hafifçe eşele sıkışıklığın mengenesini sıkan kol aynıdır:
Yürünen yolda, köşeli deliği tıkayacak yumurta tıkaç rolü…
Yenilginin kaçınılmaz olduğu lanetli patika…
∘∘∘

Yalnızca koroda söyleyerek şarkıcı olunamayacağın; yalnız başına söylemeyi öğrenmeden aynada kendini göremeyeceğin…
Toplumun gazından sarhoş olduğunu, ayılmadan kendini tanıyamayacağın…
Kişisel özerkliğini, mahrem özyaratımını ateşlemeden, dayanışmaya desteğinin de eksikli olacağı aklına yatmadan zaman ve tesadüfler sana çalışmayacaktır.
∘∘∘

Nasıl olacak bu?
Geçmişini yeniden, kendi sözlerinle, kendi mizacını renklendirecek biçimde yazarak…
Mizacının olumsallıklarının içinden geçebileceğin özel, sana ait bir yol bularak…
“Bulamazsan yeni bir yol açarak…”
Neden?
Çünkü kendi olumsallıklarını aramazsan zaman ve tesadüfler sana çalışmaz… Hayat mizacının önünü açmaz.
“Mizaç ve talih yönetiyor dünyayı ve hayatı…”
Mizacını izlemezsen başkalarının meşrebinin çizgisinde yürürken yakalarsın kendini, sarhoşluktan uyanabilirsen…
∘∘∘

Dün belki olanaklıydı, toplumun gazıyla ömür boyu uçmak…
Hayat küçük, sınırlı ve yavaştı…
Ayakta kalmanın bedelini -varın yoğun neyse- tüm enerjinle ödemiyordun…
Mizacının kapısını aralamaya her an zaman bulabiliyordun.
Bugün durum değişti:
Özellikle aramazsan, çabalamazsan, sana öğretilen hayat kalıplarını kökünden zorlamazsan mizacının kapı tokmağına elini uzatmaya vaktin kalmıyor!
∘∘∘

Mizacının üstünde temellenen, ortaçağ şövalyelerinin kılıçları gibi hep yanında taşıyacağın bir becerin yoksa işin zor bugün…
Birilerinin izinden yürümekten başka şansın olmaz…
Köleliğin mayınlı bölgelerinin dışına atamazsınız kendini…
∘∘∘

Dün öğretilenler bugün çalışmıyor.
Özyatatımla kendini yeniden doğurmazsan mizacına karşın yaşamayı deniyorsun…
“Yanlış yaşam” dediğim bu…

∘∘∘




5 Ocak 2018 Cuma

Filozoflar Deli mi






Birisi diyor ki: Gördüklerinizin hepsi hikâye, hiçbirine inanmayın, hepsi gelip geçici, birer gölge, hiçbiri sahici değil!
Sahici olan, kimsenin bilmediği bir yerde; bizler mağaraya hapsolmuşuz, gördüklerimiz duvarlara yansıyan gölgelerden fazlası değil;
Dışardaki sahici şeylerin gölgesi…
∘∘∘


Diğeri saçma, diyor, bunların hepsi, idealist budalalıklar…
Gördüklerinizden fazlasını beklemeyin, realist olun ahmaklar; doğru… duyularımız zaman zaman bizi aldatır, ama aklımız niçin var, hangi durumlarda yanıldığımızı çıkarabiliriz, dağların ardında, bilinmez bir yerde değil gerçekler, hemen yanı başımızda…
∘∘∘


Kimisi, “doğruya” takmış kafayı; gerçek bizim dışımızda diye iddia ediyor, bize bağlı değil; bizim görevimiz onları bulmak, onları eksiksiz tanımlayan “cümleleri” kurabilmek…
Bizim keşfetmemizi bekleyen gerçekleri tıpa tıp anlatan sözlere “doğru diyoruz!
Hem de “objektif doğru”…
Yerlerine daha iyisi –doğrusu- bulununcaya dek herkes için geçerli olmayı sürdüren, “nesnel doğrular”…
∘∘∘


Öbürü parmak sallıyor, yanlış, doğrular dışımızda bizi beklemiyor, herke kendi söz dağarlarıyla, kendilerine has söylemleriyle sürekli arayıp duruyor…
Sonuçlar zamana ve tesadüflere bağlı…
Şanslı olan devrim yapıyor, bilimin yolunu ters yüz ediyor…
∘∘∘


Dünya benim rüyamdır, diyen var…
Bu savı, “sen kamyonun altında kal da öğrenirsin dünyanın kimin rüyası olduğunu, tabii uyanmaya zamanın kalırsa!” diye makaraya saran var…
Var da var…
∘∘∘


Peki ne oluyoruz, niçin böyle saçmalıyorlar göz göre göre?
Deli mi filozoflar?
Öyle olur olmaz adamlar da değil, kahvede okey sonrası vatan kurtarma yarışına giren…
Değil elbette!
Aramızdan çıkan en zeki, en akıllı, en eğitimli dâhiler…
Ne yapmaya çalışıyorlar dersiniz?
Gördüklerine, yaşadıklarına bir açıklama bulmanın peşindeler…
Dünyayı anlamanın…
Değer mi sizce?
∘∘∘

4 Ocak 2018 Perşembe

Mutluluğun Özeli ve Kamusalı Üstüne Sorular






Yaşam yaşamsa, mutluluk, sevinç, iyilik dokumalı; katılıyor musun?
Özelin, mahremin kafanda nasıl bir egemenlik kuracak?
Kamudan ne bekleyeceksin?
Sevinçli günlerde zamanı unutman için…
∘∘∘


Yalnız kamunun verdikleriyle – özelinde elini zora sokmadan- doyar mısın?
Norveç’te herkesin mutlu olduğunu sanıyor musun?
Amerika, Norveç olmayı hedeflemeliyse[1], gariban ülkeler nereye yüzünü dönmeli, öncelikle Amerika olacak özel yollar mı bulmalı?
Norveç’te CEO’suna asgari ücretin 4 mislinden fazlasını verem şirket fazlalık için % 50 vergi ödüyormuş…
Amerika’da şirketler bu diyete girer mi?
Gelişmekte denen ülkelerin Amerika olma hayali kafana yatıyor mu?
∘∘∘


Diyelim Amerika olduk, mutlu olabilir misin, mahrem özerkliğini sağlam kurmadan?
Nerde yaşarsan yaşa,  özerk olmadan sevinç yükleyebilir misin yüreğine?
Hayır diyorsan, ne yaparak egemen hissedeceksin kafanda?
Kendini nasıl tanımlıyorsun?
Toplumun sofrasında sunulan standart menüyle  –kabilenin diliyle- mi?
Kabilenin diliyle arzularını, becerilerini aramak tehlikeli bir kolaycılık değil mi?
Ya toplumun söz dağarında sen yoksan ne olacak?
Şimdiye dek başaramadıysan, belki de başka sözcükler, başka sözler araman gerekiyor olabilir mi?
∘∘∘


Mutluluğunun ne kadarı mahrem özerklikten ne kadarı toplumsal dayanışmadan gelmeli?
Sence bu yüzdeler herkes için aynı mıdır?
Değilse, buna kim karar verecek?
Yeterince özerk değilsen, istesen bile toplumsal dayanışmaya ne kadar destek olabilirsin?
Dayanışmayı tahkim etmek için özerk beceriler üretecek denli kendini özele hapsetmen gerekebilir mi?
Özerk olmadan kendini dayanışmaya hasretmen seni mutlu eder mi?
∘∘∘



[1] Richard Rorty (ö. 2007) Amerikalı ünlü liberal filozof.