31 Aralık 2019 Salı

Şeytana Satılmadığınız Yıllar Diliyorum




İnsan bir araç olarak –diyelim otomobil gibi- yapılmış olsaydı (köleler ve şirket çalışanları bunun örnekleridir) ambalajının üstünde şöyle yazardı:
“Dikkat mutlu olmak için yaratılmamıştır!”
∘∘∘

Baskın özelliği, başka canlıların (türdeş veya değil) dayanamadığı koşullarda ayakta kalmasıdır.
∘∘∘

“Ayakta kalmak…” insanın temel başarısıdır; mutlu olmak değil…
Bütün canlılar için geçerli bu durum.
Hiçbirinde mutlu yaşama yönlendirecek devreler yok.
Bir canlı –diyelim bir insan- mutlu olmak istiyorsa, amacına ulaşmak için Ne’yi, Nasıl yapacağını kendi keşfetmek zorundadır…
∘∘∘

Şöyle denecektir sanıyorum:
Sevmek!
Sevgi insanı mutluluğa ekspres taşıyan biricik yoldur!
∘∘∘

Sevgi’yi kabullenip rahata ermeyi ve tartışmayı sonlandırmayı isterdim; ama değil; sevgi, arzu, bırakın mutlu etmeyi, tersine çalışır, acı çekmenin, mutsuz olmanın otobanıdır.
Budizm’in arzularınızı sonlandırmadan huzura kavuşamazsınız, demesinin altında bu yatar.
∘∘∘

Toplumlar çeşitli kanallardan mutluluğa giden yolu çizme çabası içinde olmuştur.
Başarılı olanı çıkmadı henüz.
Her birey biriciktir; genel kurallara uyarak mutlu olana pek rastlanmaz.
Kurallara uyarak “ayakta kalır” insan;
Mutluluk’u ille de kendi icat etmelidir…
∘∘∘

Ayakta kalmaya kodlanmıştır insan, mutluluk’a değil…
Yoksa başka türlü olurdu, her pozisyonda şeytana satılmazdı insan…
∘∘∘

Etik, ahlak, gelenek, kanun, toplumların (toplumla neyin kast edildiği bulanıktır) var olması için konur; birey nasipleneceği kadar alır bundan…
Ayakta kalmadan fazlasını üstüne almaz toplumlar.
∘∘∘

Mutluluk, “tek insanın” yerini bulursa ve gücü yeterse tırmanacağı büyülü dağdır…
Bulduğun ve tırmandığın kadarı senindir.
Ama ilk koşul şeytana satılmamaktır.
∘∘∘

Şeytana satılma denen kolaycılık, “mutluluğu” emeksiz koparılacak tatlı bir meyve sanır.
Öylesine açmazdır ki “şeytan sokağı”, bir daha “mutluluk mahallesin”de göz açamayabilirsiniz.
Dostlara “mutlu yıllar yerine”, “şeytana satılmadığı yıllar” dilemek daha mantıklıdır.
∘∘∘








28 Aralık 2019 Cumartesi

Niçin Golf Videoları Yapıyorum








Bir ay kadar önce golf videoları yayımlamaya başladım, Youtube’da.
Olağanı, alışılmış olanı böyle videoların golf hocaları tarafından yapılması...
Hocalar düşük handikaplı, çok çok iyi golfçülerdir.
İnsanlar bir işi en iyi yapanından öğrenmek ister.
Doğaldır.
Ben, bu tanıma uyan biri değilim.
O halde NEDEN  youtube’da golf videoları yayımlıyorum?
∘∘∘

Eline sopa almayanlara zor anlatılır bir spor golf.
Önünüzde top, kimse sizi engellemiyor;
Durduğunuz yer, hava koşulları ve zihinsel-bedensel yeterliliğiniz belirliyor yapabileceklerinizi.
∘∘∘

Durum şu:
Özellikle yetişkin öğrencilerin çoğunluğu kararlı ve dengeli bir oyun seviyesi tutturamıyor. İstikrarsızlık üst düzeyde…
Bugün 90, yarın 100, öbür gün 85, ardından 110 vuruşla oynuyorsunuz…
 Küçük yaşta başlayanlar, seyrederek kendiliğinden ders almadan öğrenenler - ya da belki - çok yetenekli olanlar arasından çıkıyor dengeli ve istikrarlı iyi oyuncular.
İnsanlar  “çok tuhaf’, zor bir spor” deyip konuyu kapıyor…
Kapamasına kapıyor ama, Amerika ve Avrupa kupalarına kabul edilecek düzeyde büyük oyunculardan, yıllarca oyununu –becerisini- yitiren profesyoneller var…
Sporu bırakma noktasına gelebiliyor, eski “swing”ini yakalayamayanlar!
Nasıl oluyor?
Her sporda “formsuzluk” var;
Ama bu “formsuzlukla” açıklanamıyor!
∘∘∘

Kolay ikna olan biri değilim ben…
İnsanlar zor öğreniyor; belki de öğrenme özürlü demek bir yere dek geçerli, gel gör ki  buradaki durum farklı; temelde bir bozukluk olabilir diyorum.
Belki de tümüyle yanlış bir öğrenme sokağındayız; bunu incelemek için videolarım…
∘∘∘

Hocalar öğretmen mahallesinden konuşuyor;
Ben öğrenci sokağından…
 “Yetişkin öğrenci sokağı”ndan demek daha doğru…
∘∘∘

Hocalar genellikle “yapılacaklar” listesi” öğretme çabasındalar;
Ben “asla yapılmayacaklar”ı öneriyorum ve “deneyin” diyorum.
∘∘∘

“Öğrenme” etkinliğinin olduğu her yerde yalnız hocalar konuşmamalı öğrenciler de ses vermeli…
Özellikle “öğrenmenin kalitesi” oldu mu konu, sesler tam dengeli olmalı…
∘∘∘

Bazıları, bazılarının çoklukla yaptıkları gibi yapacak biliyorum;
Burun kıvıracak…
Göze almazsanız sessizliğe mahkum edersiniz kendinizi.
Küçümseyen küçümseyecek, dinleyen dinleyecek…
Hayat devam edecek…
Kesilmesin hayat!
∘∘∘






22 Aralık 2019 Pazar

Hafız Falı (Tekrar)




(Not: 3 haziran 2016 tarihinde blog'umda yayımladığım yazı. Tüm kayıtlar içinde en çok okunmuştur... Buna şaşırdığımı söylemeliyim...)



Seksenlerin ikinci yarısı…

Dört mühendis İran’a gitmiştik, Afganistan sınırında bir şeker fabrikasının revizyonu için…

Orada öğrendim ne olduğunu Hafız Falı'nın.
∘∘∘


Genç, kızllı erkekli gruplar, nişanlılar, sevgililer, Hafız’ın Divanından –toplu şiir kıtabı- rastgele bir sayfa açıyor, açılan gazelden -şiirden- geleceklerini okumaya çalışıyorlar…

İnanamadım önce…

Mantığı tutarlı bir fal işiyle karşılaşacağım aklıma gelmezdi…

İnsanı anlamadan geleceğini sökemiyorsun…

İnsanı anlayacağın en iyi kaynak yüksek şiir

Büyük şairlerin, hayalleriyle dokudukları…
∘∘∘


Fal bakarak eğlenmek istiyorsan Hafız-ı Şirazi (ö. 1390) gibi bir üstadın şiirinden iyisini mi bulacaksın…

Şirazlı Hafız diyorlar asıl adı Şemsettin Muhammed.

Goethe’nin (ö. 1832) ondan ilhamla Doğu Batı Divanı’nı yazdığı Hafız-ı Şirazi

Yahya Kemal’in (ö. 1958),

Ölüm Asude bir bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.” dediği 

Hafız-ı Şirazi
∘∘∘


Sevgilinizle oturacaksınız, şansınızı denemek için bir sayfa çevireceksiniz…

Karşınızda Hafız'ın 600 yıl önce yazdığı bir gazel...

Kendi dilinizden okuyacaksınız…

Bundan lezzetli fal olur mu?
∘∘∘


Sarhoşluk akıllılara göre kötü bir şöhrettir, ama biz şanı şöhreti zaten istemiyoruz ki.

Şarap sun, ne vakte dek sürecek bu gurur yeli? İnsanı böyle şeylerle aldatan nefsin, toprak başına!

Ağlayıp inleyen gönlümün ahındaki duman, bu ham ve donmuş kişileri yaktı, yandırdı.

Deli gönlümün sırrına mahrem olacak ne halktan kimse var, ne ileri gelenlerden!

Yalnız gönül avutan sevgiliyle hatırım hoş.”

∘∘∘





18 Aralık 2019 Çarşamba

Spor Ne Verir





Gündelik hayat görevler sokağıdır; sanki sürekli askerlik hizmetindedir insanlar…
Dışardan bak inanamazsın…
Maytap geçmiyorum, olabildiğim kadar ciddiyim…
“Balık karaya vuruncaya dek suyun farkında olmazmış…”[1]
Onun gibi bir şey.
∘∘∘

Tuhaf olan, çoğu şeyi anlamak için kıyıya vurmayı beklememiz…
∘∘∘

İçinde bunaldığın, nefessiz kaldığın mağaranın ayırdına varman için kendini dışarı atabilmen gerekir…
Dışarıya, kurallarını yalnızca kendinin koyduğu aydınlığa vurmazsan kendini, içerdeki tükenmişliğin ve anlamsızlığın bitirdiği hayatların çürümüş kokusunu alamazsın.
∘∘∘

Değerini pek bilmese de sanatın iyi kötü bir yücelik olduğunu, kabullenmiştir insan.
Hayatlarında bir şiir kitabı almak aklının ucundan geçmemiş insanlar bile şiire ve şaire saygıyla bakar.
Spora gelince durum öyle değildir.
Spora, sağlık, eğlence ve hoşça vakit geçirmenin bir aracı olmaktan öte anlam veren kaç kişi tanıdınız?
∘∘∘

Sporun asıl vurucu gücü, kafana çaktırmadan soktuğu “hayatın iç yüzünü ortaya koyan” süzülmüş kavrayışlardır.
Yaşamın, kendinle yarıştığın mucizevi bir parkur olduğunu, en iyi spor yaparak öğrenirsin.
Rekabet etmek, başkalarıyla yarışmak zehrinin panzehridir spor.
Binlerce yıldır sağlıklı bir toplum çatısı kuramayan, üstüne bir de kapitalizmin rekabet zokasını yiyen insanlık “kendisiyle yarışmanın” büyüsünü neredeyse tümüyle elinden kaçırmış görünüyor:
Yanlış yaşamı doğru yaşamaya çalışmanın dumanı öylesine yoğun ki, önümüzü göremiyoruz.
∘∘∘



[1] Martial Mcluhan (ö. 1980) Kanadalı İletişim filozofu.



3 Aralık 2019 Salı

İkna Edilmek Mantık Cenderesinde Sıkıştırılmaktır




Ne ikna eden, ne edilen mutludur.
Ne inandırmaya çalışan ne inanması istenen bir fayda sağlar.
∘∘∘

Eden de çaresizdir edilen de.
O halde neden vardır ikna –inandırma-yöntemi?
Çünkü insanın nasıl öğrendiği, kuramda üstüne çok lâf edilen, gündelik uygulamada herkesin kafasına göre takıldığı bir çıkmazdır.
Hele de gündelik hayatın belli dönemeçlerinde kullanılacak kalıplar tartışılıyorsa…
∘∘∘

İkna eden, başkalarında yanlış dediği şeyi görür düzeltmeye çalışır…
Yanlış yapanı inandırmaya çalışarak…
“İkna”nın bir öğrenme yolu olmadığını aklına bile getirmez…
Yüzde yüz emin olduğu şeyi anlatmak için didiniyordur…
∘∘∘

İkna edilen, yaptığı şeyin yanlış olduğuna inanmaz; dinlemek zorunda hissettiğinden başını sallar.
Bu çıkmazdan günün birinde kurtulmayı umarak, dua eder.
∘∘∘

Çözüm gündelik hayatın birçok sokağında olduğu gibi yine özgürlükte yatar.
Sevdiğinin, ya da sorumlu olduğunun özgürce hata yapmasının önüne geçmek istersin.
Boşunadır.
Hata, aklını kullananın temel öğrenme aracıdır.
Hata yapma büyük özgürlüktür, bedelini eğer kendin ödersen…
∘∘∘

Kızın ya davulcuya ya zurnacıya varacaktır…
İkna’nın kapısını zorlamanın işe yaramayacağını bileceksin…
∘∘∘

Oğlun, takıldığı her budalalığın bedelini ödeyecektir…
Yapabileceğin, ödenecek fiyatın yaşamın akışını tümüyle karartmasını önlemeye çalışmaktır…
Becerebilirsen.
∘∘∘

İnsan yalnızca kendi kendini ikna edebilir; bu sürece de “ikna” denmez, “öğrenme” denir…
∘∘∘

Kendini ikna etmek isterken iki yollu bir kavşakta uyanırsın:
Bir, yeni bir mantıkla düşünme…
İki, bağlanarak yön arama… Otoriteye başvurma… Ona inanma…
İkisinde de davranışlarında özgür olduğunu düşünürsün…
Aslında özgür falan değilsindir; bedelini ödemek zorunda olduğun basit bir deneme – yanılma oyunudur oynadığın.
İstersen adına “öğrenme” diyebilirsin.
∘∘∘

Sonunda saçmaladığını görmek pahasına oyuna girmektir, özgürlük…
Saçmaladığını görünce “keşke yapmasaydım” diyorsan sindirememişsindir özgürlüğü…
∘∘∘

Kimse seni ikna edemez; çünkü beynini cenderede sıkıştırıyorlarmış gibi hissedersin, inanmadığın bir mantığı enjekte etmek için…
Deneyip görecek, yeni mantık gerekiyorsa kendin bulacaksın.
Özgürlük ekmek elden su gölden ucu açık bir oyun değildir.
Bedeli, kafanı çarptığın duvardır…
∘∘∘

Öğrenmenin ve özgürlüğün bedelinin aynı olması anlamlıdır:
Özgür yaşamak istemek belaya hazırlanmaktır.

∘∘∘




30 Kasım 2019 Cumartesi

Topluma Ödediğin Diyet






Toplumun parçası olmanın faydalarını kolayca sayarsınız.
Ya bunların bedeli?
Ödediklerinizin ayırdında mısınız?
∘∘∘

Belki de bu bedel değil diyet.
Kan parası.
Aldıklarının karşılığı olarak kendini yaralıyorsun…
Yok ediyorsun belki de…
∘∘∘

Başkaları ne düşünüyor senin için, ne diyorlar senin için?
Kafanıza üşüşen bu düşüncedir ödediğin bedel -ya da diyet hangisini uygun görürsen.
∘∘∘

Öylesine saldırır ki bu sorular feleğini şaşırır ne yapacağına akılsır erdiremezsin…
Kimseyi kafama takmam diyen dik kafalar için bile durum değişmez.
“Umurum olmaz! Bana ne başkalarından!” diye diye gerinir durular; ama kendilerini bulamadan yaşayıp gidiyorlardır, farkında değillerdir.
∘∘∘

Çare?
Çare özgürleşmektir…
Ama özgürleşmek zor zanaattir.
∘∘∘

Uzundur, yorucudur, tadına varamazsan bıktırıcıdır…
Nasıl bir şeydir herkesin dilinde dolaşan “özgür olmak” denen muamma?
Beynindeki sinir bağlantıları arasında sıkışıp kalmış “yetenek ilmeklerini”, tek tek bulup elmas ustası sabrıyla açmaya, kullanılır hale getirmeye çalışmanı gerektirir çünkü…
İşin garantisi de yoktur; yıllarca uğraşırsın, olmaz;  “ne yazık ki kıymeti harbiyesi olan bir özel yeteneğim bulunmuyor” der hayata küsersin…
Aslında keşfettiğin, elması törpüleyecek sabrın olmadığıdır.
Sabırsızlığınızın kaynağı, bana sorarsanız, “yetenek ilmekleri çözme” işinin önemine aklınızın yatmamasıdır, bu bir…
İkincisi, size enerji verecek, boşaldıkça enerji stoklarınızı yenileyecek, müzik, edebiyat, şiir, sanat ve spor dostluğu geliştirememişsinizdir.
Goethe’nin (ö. 1832) Faust’u gibi şeytana teslim olmuşsunuzdur farkında değilsinizdir.
Oyalanmaya teslim olup iyi kötü canın sıkılmadan geçirmeye razı olmuşsundur kıymetli ömrünü…
Şeytan, gerçek becerilerinle tanışmadan, hoşça vakit geçirmekle yetinmekte yatar.
∘∘∘

Şeytana teslim olduğun sürece, “başkaları ne diyecek?” sorusunun çengelinde kuruyup kalırsın.
∘∘∘






28 Kasım 2019 Perşembe

İnsan Aklıyla Hata Yapan Hayvandır








İki büyük öbekte toplayabiliriz insanı.
Bir, aklını kullanarak adım atmaya çalışanlar…
İki, -mantık aramadan- gönülden bağlanarak yol bulmaya çalışanlar…
∘∘∘

İşi sayıya dökersek sanırım günümüzde bile ikinci grup epey ağır basıyordur.
∘∘∘

Hangi grup daha çok hata yapar?
Tartışma götürür.
Okumuş yazmış insana, “bağlanarak yaşayanların” tökezleme olasılığı daha yüksekmiş gibi gelir.
Bu belki doğrudur; ancak aklına güvenenlerin az yanıldığı -asla ve kata- sanılmamalıdır.
∘∘∘

Gözlemlerin en kolayına bakın, dünya hâlâ savaşla, hileyle, komployla, kanla, gözyaşıyla yönetiliyor.
Ve bunu hem “aklıyla yol bulanlar” hem “bağlanarak yürüyenler” destekliyor.
Bir de buna karşı duran, savunma dışında kan istemeyen grup var ki;
İnsan türünün tek umut ışığı bunlar…
Asıl ayrımlaşma burada yaşanıyor, mantık arayanlar bu grup içinde büyük çoğunluk.
∘∘∘

Konumuzdan fazla uzaklaşmayalım.
Mantıkçılar arasında nereden geldiğini anlamaya çalıştığım bir inanç var: aklını kullanırsan doğru yolu bulursun!
Bu hem doğru, hem de öylesine büyük bir yanlış ki peşinden gidenleri yıkıma sürükleyebiliyor.
∘∘∘

Neden yanılıyor insan?
Bilimin ışığından gözleri kamaşıyor da ondan, gözünün önündeki çukura yuvarlanıyor.
∘∘∘

Akıl temel bilimlerde şaşmaz bir pusula…
Buna kanıyor insan…
İyi kötü bir “mantık” kullandığın her yerde böyle olacağını sanıyor…
Oysa sosyal bilimlerde ve de gündelik hayatta, yani “işte ve aşkta”, dostluklarda, insan ilişkilerinde, geleceği kestirmede, insan davranışlarını öngörmede temel bilimlerdeki kesinliğin kıymığı yok.
O halde neden gündelik hayatta hâlâ kullanıp duruyoruz aklımızı?
Çünkü elimizde mantığımızdan başka alet yok, aklımız ne kadar önümüzü aydınlatıyorsa ona bel bağlıyoruz.
Aslına bakarsanız gündelik hayatta aklımızı kullanmanın bir tek yolu var: her şeyden kuşkulanmak.
Sağlamcı mı diyecekler, desinler…
∘∘∘

Geçmişinize bakın, bugün durduğunuz yere çoklukla tesadüflerin kanatlarında uçarak geldiğinizi görürsünüz.
Gündelik hayatta risk yönetiminin palavra olduğunu gösterir bu!
∘∘∘

Unutmayın gündelik hayattasınız ve hata uçurumunun üstünde gerili ipte oynayan cambazsınız...
∘∘∘