Beni
gerçekten şaşırtan bir gözlemim var.
Okuma
olanağını yakalayarak, üniversite öğrenimi alacak kadar şanslı kadınların büyük
bir çoğunluğu kendilerini ve başkalarını burçlarına bakarak tanımaya çalışıyor.
(Erkeklerde
bu oran nispeten daha az; sanıyorum onlar insanları tanımayı pek iplemiyor.)
∘∘∘
Canım
ne var bunda insanlar eğlenmek için neler yapmıyor ki, derseniz anlarım.
Anlarım
anlamasına da, daha sözümü bitirmedim, dinleyin:
Bu
kadınlar şaka yapmıyor, ironik konuşmuyor, gırgır geçmiyor, bal gibi gerçeği
arıyorlar, ciddi ciddi…
Hangi
burçta ne tür karakterler var ezbere biliyorlar.
Astrolojiden
doğruların saçıldığına iman etmişler…
Doğruların
nasıl bulunacağını öğrenmek için okumuşlar…
(Artık
bu amaçla okuyana budala deniyor!)
Burçlara
(Astrolojiye) iman edip çıkmışlar…
∘∘∘
Tabii
ki herkes istediği gibi yaşar; isterlerse -Cem Yılmaz’ın dediği gibi- krem
peynire bakarak kendilerini tanımaya çalışırlar.
Bir
şey diyemezsin…
Ben
de demiyorum zaten, ama merak etmeden edemiyorum.
Neden?
Nasıl
oluyor?
Onca
hocayı dinle, onca kitabı devir, onca sınavda ter dök…
Ardından
“Eyvah o balık burcunda, imkânsız, olamaz, onunla yapamam!”
Biri
bana nedenini anlatmalı:
Burçlar
üstüne kim yolunu şaşırıp ne yazdıysa para verip almış, gazetede ilk okuduğu
burcu...
Evine ekmek götürmek derdiyle, bir garibanın döktürdüğü satırların
arasında eşiniyor, gelecek arıyor…
Niçin?
Kimse
anlatmadı tabii ki bunun nedenini
Oturdum düşündüm.
∘∘∘
Önceleri
şöyle dedim, anımsıyorum:
Üniversiteler
işlerini beceremiyor…
Diploma
verip “okullu” diye belgeledikleri öğrenciler, insan üstüne doğruların bu denli
ucuz, sıradan, tepemizdeki maviliklerden aşağı çekilen yakıştırmalarla bulunmasından
kuşkulanmıyor.
Nasıl
olabilir böylesine naiflik?
Acemilik,
çocukluk, gözükaralık?
Böylesi
ancak eğitimle olur, dedim ve topu üniversitelere şutladım.
∘∘∘
Aradan
yıllar geçti öğrenme dediğimiz sihirli çarkların dönüşü üstüne görüşlerim alt
üst oldu.
Kendini
bilecek yaşa gelmiş birine kimsenin bir şey öğretemeyeceğini düşünüyorum, şimdi.
En
yakınların bile olsa, istediğin kadar yırtın tek kelime anlatamıyorsun; üstüne
üstlük hakkında şöyle laflar ediyorlar:
“İyi
has da sorulmadan akıl verip duruyor, ne yaparsın çekiyoruz, ters bir söz etsen
olmaz…
Haklılar.
Sormayana anlatmaya debelenmek, deve ile hendek arasındaki yarışmadan çok daha
ümitsizdir.
Duyuların
ve düşüncelerin dünyayı tarar, rastgele gezinir; bir şeylere konmaları ve bilgi
damıtmaya başlayabilmelerinin basit bir koşulu vardır.
Çekiminden
kurtulmak istemediğin, onunla yatıp onunla kalkmak istediğin soruların olmalıdır kafanda.
“Bir
yastıkta kocadığın sorular...” diyor Karl Popper (ö. 1994).
Kafanda
soruların yoksa gözlerin ve düşüncelerin bakar kördür.
Tok
karına lokantaya girer tek bir yemeğin çekim alanına girmeden gerisin geri
çıkar gidersin, onun gibi…
Sorularınla acıkırsın, olası yanıtlar seni ne kadar
heyecanlandırıyorsa görmenin ve düşünmenin tadını o kadar iyi çıkarırsın.
∘∘∘
Artık
biliyorum öğrenme kendi sorularına verdiğin –kendi- cevaplarındır.
Kitaplar,
okul, öğretmen, profesör, filozof tümü yalnızca destek kuvvetlerdir; sen
sordukça işe yararlar.
Kimse
başkasının iştahıyla karnını doyuramaz.
İstediğin kadar zeki ol, kafanda soruların yeşermediği alanlarda -istersen Oxford’dan-
diploma al, ne hayatı ne doğayı
öğrenebilirsiniz.
∘∘∘
Sonuç:
Sanıyorum
ki kadınlar “insanı” gerçekten anlamak istiyor, istemesine…
Gel
gör ki büyük çoğunluk gibi, hayallerinde kendiliğinden yeşeren soruların
bitmediği alanlarda diploma aldıklarından, astrolojide (burçlarda) dükkân açmanın
ucuz saçmalığını göremiyorlar.
Aslına
bakarsanız haksız değiller, onları anlıyorum.
Aradıkları
“insan bilgisi” –adamın, kadının ne olduğu, her ne ise nasıl olduğudur…
Bilgilerin
en zor ulaşılanıdır bu.
Tüm
yaşamı kaplayan süreler alır çoğu kez bu uğraş, öğrenmenin kendisi yaşamın kalıbına dökülmüştür.
Oysa
şimdi yapılan nedir bu zorluğa toslayınca?
Pragmatizmin
(faydacılığın) en harcıalem fırınlarında pişmiş -her duruma uygun- adam / kadın
davranış modelleri her gün taze taze tüketiliyor.
(Devam Edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder