Önce
annenle baban…
Akrabaların…
Gittiğin
okullar, hocaların, varsa diplomaların…
Öğütleyenler,
sormadan yaşamanı…
∘∘∘
Yaşam
diye bellettiler
“Sekiz
saatlik iş günü”ü, üstüne “ televizyon”u, üstüne “günaşırı sevişme”yi.
“Sonsuz
bir hastalığı” [1] anlattılar ballandıra
ballandıra
Yaşam
diye…
İnandın
Umarsızdın
Kendin
sökünceye dek yaşamayı…
Allanan
pullanan bir iç sıkıntısını, yaşamak adına
Elinin
tersiyle bir kenara iterek…
∘∘∘
Ardından
kitaplar sıraya girdi aklını çelme kuyruğunda.
Her
dönem birini ışık sandın.
Dönemler
biterken yaşamın tükeneceğini epey sonra öğrenecek,
Kitap
üstüne kitap devirerek kendini kandırdığını buruk bir acıyla geçmişe baktıkça
görecektin.
∘∘∘
Bir
süre sonra rahatladın,
Kabullendin
gözlemlerini.
Kurgu
böyleydi, akıl taşımanın yükünü çekecektin.
Seni
en çok kandıranın “aklın” olduğunu bile bile, tek silahının “o” olduğunu
anlamanın huzurunu çektin damarlarına.
∘∘∘
Sen
ve dünya tuhaf bir ikilisiniz,
Uyumsuz…
Adımlarının
çoğunda dünyanın çelmesi hazır,
Tökezlemen
umurunda mı?
Gücüm
yetmez aklım ermez, diye hayıflanırken
Çakıyor
kafanda şimşek hızında:
Eksilteceksin
dünyayı…
Törpüleyeceksin
fazlalıklarını, çelme takamayacak sana.
Eksiltilmiş
dünya sana özel, senin dünyan olacak.
∘∘∘
Toplum
içinde ayakta kalacak ancak kendi dünyanı yaşayacaksın…
Ancak
o zaman dönüp kandıranlara bir selam çakacaksın.
∘∘∘
Eksiltilmiş
yaşam üstüne yazmayı sürdüreceğim.
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder