30 Nisan 2019 Salı

'Palavra' ile Yaşıyoruz Vesselam





“Bilme”den “bilgi”ye atlayamazsam başıma ne gelir?
“Palavra” ile yaşıyor olurum…
Yani?
Anlatmayı deneyeyim hal-i pür melâlimi…
∘∘∘

Bilgi aklıma gelen soruların cevaplarıdır.
Palavra nedir?
Sahte bilgi. Soruma cevapmış gibi görünür, aslında değildir.
Palavrayı ayır edemezsem, sormamın da hiçbir anlamı yoktur.
Sormam aslında soruyormuş gibi yapmaktan öte işe yaramaz…
Söylemesi ayıp, kalabalıkların çoğunluğu böyledir.
Nedendir bu?
“Bilme” ile “bilgi” arasında felsefe köprüsü vardır çünkü…
∘∘∘

Her canlı bilir, bilmeden yaşanmaz.
İnsanın diğer canlılardan farkı, “biliyorum” dediği bilgileri ölçebilmesi, tartabilmesi, yorumlaması, “şunlar işe yarar”, “şunlar palavra, işe yaramaz” diyebilmesidir.
∘∘∘

Kime sorsanız yukardaki iddiaları canı gönülden kabul eder:
“Tabii ki, budala değiliz ya!”
Gelin görün ki, sorup, okuyup, dinleyip öğrendiklerini ölçmeye, biçmeye, yorumlamaya kalkan insan sayısı tahminlerimizin epey altındadır.
Dikkat diyorum, ölçmeyi, yorumlamayı becerebilenler demiyorum; arzulayıp yola çıkanlardan söz ediyorum.
Çünkü “bilme” durağından, “bilgi” durağına giden yol, birkaç önemli “felsefe” ırmağını geçmek zorundadır.
Felsefe ırmaklarına, üzerinde kör topal yürünebilecek köprü kurmak epey zahmet, epey zaman ister…
 “Düşünceden zevk almayı öğrenmeyi” gerektirir…
Pragmatist küresel hayatın en az para gerektiren işidir  “düşünmek”, yine de pek az kişi sapar “felsefe” sokağına…
Az para istemesine karşın az da para getirdiğinden olsa gerek…
∘∘∘

Yalnızca sorularıma  “cevap” –bilgi- arıyorsam, ama işe yarar “cevapları” palavradan ayıracak birikimim yoksa başıma neler gelir?
Birkaç örnek:
Bir, insanı tanımadan bu dünyadan göçüp giderim. Bir tarafta iyilerin diğer tarafta kötülerin toplandığını düşünürüm. Bilgeliğin bunları tanımak olduğunu sanırım.
Çıkarlar gerektirdiğinde iyilerin kötüye, kötülerin de iyiye dönüşebileceğini aklıma getirmem.
İnsan her an ruhunu şeytana satabilir deseler, güler geçerim; diyenleri iblisin kendisi bilirim.
İki, İstatistiği bilgi sanırım. Geçmişte tekrarlayan şeylerin gelecekte aynı kalacağını beklerim. Örneğin insanları burçlarıyla tanımaya çalışmakta bir mahzur görmem. Bilgiyi tanımadığım için astrolojiyi bilim sanırım. Çünkü adı astronomiyi çağrıştırır! Ayrıca falcıların elinde yıldız hesapları yaptığı cetveller vardır, onlar benim güvencemdir. Matematiği aklıma getirir. Matematiğe güvenirim. Matematik bilimdir.
Üç, gençlerin isabetli meslek seçmesinin mutluluklarını belirleyen en önemli etken olduğunu düşünürüm. Yanlış bir dal seçtiysen çek kuyruğunu gitsin, yapacağın başka şey kalmamıştır!
Meslek denen uğraşın özünde para kazanmanın dışında pek işe yaramadığını, hatta hayatın büyük engellerinden biri olduğunu, “olgunlaşarak sonsuzluğa yürümek” demek olan mutluluğun meslekle pek ilgili olmadığını hiç öğrenemem.
Dört, şirket kurup para kazanmanın bilim olduğuna inanırım, bilgiyi tanımadıysam. Çünkü en çok teknolojiyi onlar kullanır. Üstelik işletme fakültelerinin konusu onlar olduğuna göre “şirketçilik” bilim olmalı!
Teknoloji, canlı –hayat- bağlamının dışında, ihtiyaçları karşılayıp para getirmesi için üretilir. Oysa canlıların penceresinden değerlendirilmemiş hiçbir şeyden “bilgi” doğmaz. Günümüzde teknoloji, gezegenimizde hayatı yok edebilecek en büyük risktir.
Teknoloji kullanıyor olmaları şirketleri masum ve bilimsel yapmaz; ille de bir şey yapacak ise “hayat tehlikesi!” yapar onları; toplum tarafından çok iyi denetlenmeleri gerektirir.
…..
Fazla uzatmıyorum. Bilgiyi tanımadan bilmenin şansa bağlı olduğu anlaşıldı sanırım.
Şansımız yaver gitmezse ne gelir başımıza?
Palavra ile yaşar gideriz…

∘∘∘




25 Nisan 2019 Perşembe

"Bilme" ile "Bilgi" Arasındaki Bataklık




Uzun zamandır teknolojiden mutluluk damıtmaya çalışmanın hüznünü seziyor ancak yazamıyordum.
Geçenlerde Ali Murat İrat’ın “Cehalet” başlıklı yazısı çıktı.
Tombala!
Ampul yandı kafamda!
∘∘∘

Yalnızca “bilme” peşindeysem, onunla yetiniyorsam, “bilgi”yi aramak gibi bir derdim yoksa, zehirli bir bataklığa gömülüyor, her hamlemde biraz daha batıyordum.
Çünkü hayatın asıl tadına doyum olmayan oyunu, mutluluk denen “olgunlaşmayla gelen sonsuzluğa[1] taşıyan oyunu, “bilmek” değil “bildiklerini –bilgiyi-” tartmak, ölçüp biçmek, değerlendirmek, sınamak, test etmek, daha iyiye, daha güzele, daha doğruya yönelen kanatlarda uçmak.
“Bilmeyle” yetinmişsem, “bilgiyi” aramadan zevk almayı öğrenememişsem bedelini öderim -farkında bile olmadan…
Öylesine bir fırtınaya kapılmış ve savrulmuşumdur ki, çok kazandıkça çok güvenli ve de çok mutlu olacaklarını sananların hüsranına benzer hayal kırıklığım…
∘∘∘

Bütün canlılar bilir; bilmeden canlı kalamazsın, ayakta duramazsın…
İnsan hem bilir hem bildiklerini ölçer ve de tartar…
“Öğrendim öğrenmesine, ancak işe yarar görünse bile, bu, ilerde benim başımı belaya sokar…” diyebilen yalnızca insandır.
“Savaşlar” için böyle diyebilir, “uyuşturucu” için böyle diyebilir, “borçlanma” için böyle diyebilir, “büyüme” için böyle diyebilir, “kumar” için böyle diyebilir, “kapitalizm” için böyle diyebilir…
Diyebilir de diyebilir… Gerisini siz sayın
∘∘∘

Ölçüp biçmeye başlarsanız geleceğiniz son durak “bilginin hayat bağlamında ne işe yarayacağıdır…”
Yaşamın ev sahibi dünyamıza neye mal olduğudur.
Dünyamızın misafiri canlıların yaşamlarına ne kattığıdır.
∘∘∘

Bilmenin peşinde koşmakla yetinen insanın katkısı yalnızca “teknolojiye”dir.
Bu nedenle kördür teknoloji; güçlüdür önünü görmez, yapar ama bedelinden habersizdir; vakit geçirtir, eğlendirir, hayatını kolaylaştırır ancak mutlu etmez…
Hayatı kolaylaşan insan bir süre mutludur, sonra bununla yetinemez; açmazda bulur kendini…
Dışardan bakanlar anlam veremez.
“Başarılı bir hayatı vardı durduk yerde ne oldu ki?”
∘∘∘

Allah “bilme”nin peşinden koşup “bilgi”ye boş veren teknolojiden dünyamızı ve hayatımızı korusun!
∘∘∘



[1] “Bilgelik: Olgunlaşmayla gelen sonsuzluk…” “Vergilius’un Ölümü”, Herman Broch (ö. 1951) Avusturyalı yazar.




11 Nisan 2019 Perşembe

Ruhunu Şeytana Satanlar Her Yerdedir





Savaşta iyilerle kötüler dövüşür.
Tarih iyilerle kötülerin bitmeyen dövüşüdür.
Gel gör ki iyilerle kötüleri ayıran bir ölçüt yok ve de hiç olmayacak...
Neden hiç olmayacak?
Çünkü iyilerle kötüler sürekli yer değiştirir.
Günün iyileri yarının kötü adayları arasında mevzilenir.
Şaşırır kalırım…
∘∘∘

Kuşkulanırım, belki günün birinde ben de kötülere omuz mu vereceğim!
Bu açmazdan çıkış var mı?
Var…
Sistemi, herkesin bir gün ruhunu şeytana satabileceği üstüne kurarsam rahat ederim.
Kötüleri bekleyerek iyiliği kurtarırım.
Kimseye güvenmeyerek güvenli ortamı tasarlarım.
Olumsuz beklentilerle olumluyu kurgularım.
Bakmayın “pozitif düşünün” deyip duran sağduyu ezberlerine…
Doğru düşünce negatif düşünür, “acıdır” ancak “acısız” sonuç verir…
Yaşama sevincinizi zehirleyen hayal kırıklıkları, pozitif düşünce bataklıklarında ayaklarınıza dolanır.
Hem toplum, hem şirket, hem aile, insan tekini, türdeşlerinden kuşkulanarak ve de yalnızca kendine güvenerek adımlarını yönetmeye yönlendirmelidir.
∘∘∘

Kendine güven, içimdeki” ustalık cini”nin kanatlarından aşağı inmemelidir.
“Cin” uyursa “kendine güven” buharlaşır.
∘∘∘

Alman yazar Goethe’nin (ö. 1832) ünlü oyununda Faust, ruhunu şeytana satarak mutluluğu arayan bir bilim adamıdır.
Aradığını bulamaz…
Kıssadan hisse hep yanlış anlaşılmıştır:
“Sakın şeytana güvenmeyin!” demek istiyor değildir Faust oyunu…“Ustalık cininizi uyandırmazsanız, elinizde yalnızca şeytana güvenmek kalır, razı olacaksınız…” diye haykırıyordur Goethe…
Şeytan kötü değildir, oyunda; faydacı, pragmatik, uyanık, yeme-içme yanlısı, eğlence düşkünü…
Tanıdığınıza kuşkum yok; hepimiz iyi biliyoruz onu…
∘∘∘