26 Ocak 2020 Pazar

Mutluluk ve Eğlence





Eğlenerek hoşça vakit geçirirsin.
Vakit geçirmek, hele de”hoş” olursa güzeldir…
Çok eğlenmişsen, çok güzeldir…
Kimse kötü diyemez eğlenmeye.
∘∘∘

Eğlenmenin mutlulukla ilişkisi var mıdır?
Vardır.
Nasıl vardır?
Eğer yolun doğru ise –yanlış hayatı doğru yaşamak için debelenip durmuyorsan- eğlence, seni mutlu edecek becerilerin bunaltılı patikalarında çok gereksinim duyacağın “yaşama sevinci” depolamanı sağlar…
Eğlence süresince ertesi gün yapmayı planladığın özel becerilerini kullandığın uğraşını düşünür, daha çok haz alırsın eğlenceden.
∘∘∘

Özel becerilerimi kullandığım uğraşlarımdan nasıl mutluluk damıtırım?
İşe yarar bilgi yaratarak.
Senin bulduğun –ve de gerçekten işe yaradığını gördüğün- bilgi, yaşama sevinci olarak geri dönecektir.
Mutluluk denen büyülü hayalet budur.
∘∘∘

İlle de mutluluğun resmini yapmak derdindeysen, saçı başı dağılmış, yorgunluktan bitmiş görüntüsü veren birinin yüzünde, gözleri çerçeveleyen derin kırışıklıklardan başlayıp dudağın kenarlarına yayılan geniş, güvenli ve keyifli gülümsemeyi çizebilirsin.
Böyle bir yüzün ortasında yaşama sevinci yayan derin bakışları çizebilecek yetenekte bir ressam olmak gerekir elbette…
∘∘∘
(Not: Uğraşına toplumun onay vermesi asla gerekmez. Sen öyle diyorsan yaptığın şey değerlidir.)
∘∘∘

İçki masasında keyifle vakit geçirirken bir sonraki eğlenceyi planlıyorsan, derdin, mutluluk değildir; Tanrı’nın bir lütfu olan “zamanı” eğlenerek tüketmeye programlanmışsındır, demektir.
Mutluluk aramadığını söyleyebilirim.
Bunun bir sakıncası var mıdır?
Ancak kendin yanıt verebilirsin bu soruya.
∘∘∘

“Netflix” dizilerinin karşısında ömür tüketenlerin hal-i pürmelâli (hüzünlü hali) budur.
Düzeltiyorum.
“Mutluluk” arıyorsan doğrudur dediğim. Dizilerden mutluluk çıkmaz diyorum, çıksa çıksa “vakit geçirme” çıkar.
Giderek daha az “hoşça” geçirilecek vakit…
∘∘∘

Liberalizmin büyük filozofu Karl Popper (ö. 1994), Amerikan üniversitelerini beğenirdi, ancak eğlenceyi abartıyorlar diye eleştirirdi onları.
Çünkü dozu kaçırılmış eğlenceden bilgiye (yaşama sevincine ve dolayısıyla mutluluğa) gidilmeyeceğini iyi biliyordu.
(Not: Popper’in liberalizm yanılgıları, bu görüşünün değerini zayıflatmaz.)
∘∘∘









25 Ocak 2020 Cumartesi

Başkalarıyla Yarışmak Önce Kişiyi Ardından Toplumu Çürütür






Beceriye giden yollar, insanın kendisiyle (yalnızca kendisiyle) yarıştığı dolambaçlı, bunaltılı ve sonuç garantisi olmayan, çoğu kez çıkmaz izlenimi veren patikalardır.
Beceri mutlu etmesine eder de para getirip getirmeyeceği su götürür…
Geçim derdi, insanları çürümeye yani başkalarıyla yarışmaya, “iş” denilen herkesin aday olduğu süreçlere talip olmaya zorlar.
∘∘∘

Kapitalizm insanı ve toplumu çürütmesinin nedenidir bu.
∘∘∘

Beceri güzelleştirir.
Pek sevimsiz, hatta itici bulduğunuz birini güzel şarkı söylerken duyduğunuzda görüşlerinizin nasıl hızla olumluya dönüştüğünü anımsayın…
Üsteki cümlemi düzeltiyorum:
Güzellik beceridir….
∘∘∘

Diploma değil “beceri” aramalı akıllı olan…
Mutluluk arayan…
Güzel insan olmak isteyen…
∘∘∘

Güzel doğulur;
Ama güzel kalmak, “beceri” ister…
Bunaltılı yollarda atacağın terler içinde yeşerir beceri…
∘∘∘

Bu sihirli “beceri” meyvesini veren tek ağacın adı:
Kendinle Yarışmaktır”…
∘∘∘

Yaşamın her adımına biraz olsun “kendinle yarışmak” karışmıştır karışmasına…
Ama azıcıktır dozu, anlamadan, duymadan, sezmeden geçip gidersin...
∘∘∘

İki alanda baskındır “kendinle yarışmak:
Spor ve Sanat…
(Bilim sanatın içinde saklıdır.)
Sporu “yapmak” kendinle, “seyretmek” başkalarıyla yarışmaktır.
Spordan beslenmek isteyen mutlaka “yapmalı”…
“Vakit mi var?” büyük hikâyedir, biliyorsunuz; kimsenin inanmadığı…
∘∘∘
Sanata gelince, spordan epey faklıdır.
Doğrudan içinde olmasan da, sanatı değerlendirmeye çalışmak bile kendinle yarışmayla tanıştıracaktır seni…
∘∘∘

Kendinle yarışmayı hissetmemişsen “ahlaklı” olmanın, “dürüst” olmanın, “adil oyun”un gerçek lezzetini bilemezsin.
∘∘∘

Yalnızca başkalarını geçerek zengin olabilirsin.
Paranın daha çok böyle kazanıldığı toplumlardır  gelişmemiş olanlar…
Üyelerini kendini geçmeye zorlamayan toplumların çürümesinin nedeni burada yatar.
Gelişme kendini geçmektir.
Mutluluk da öyle…
∘∘∘

Zengin olmanın mutlu olmaya yetmemesi, çürümenin hazzı kokuşturması yüzündendir.
∘∘∘

Spor yapmak, sanatı –en azından- değerlendirebilmek, insana yaklaştırır kişiyi;
Çünkü kendinle yarışmayı hissetmeden insanı göremezsin.
∘∘∘










22 Ocak 2020 Çarşamba

Spor ve Sanat Niçin Hayattan Güzeldir






Çünkü hayatın temel kurgusunda “anlam” bulunmaz;
İçinde yüzdüğümüz, uğruna zaman zaman alçaklığın sınırlarını zorladığımız kurgunun boynumuza sardığı tasma zehirlidir…
Ayakta kalabilme uğruna, tasmayı çeken herkesi izlememizi emreden zehirlerle doluyuz…
Başka türlü insan türü zor oluşurdu…
∘∘∘

Ayakta kalmanın temel direği yararcılık (pragmatizm) hayatın kökünü kurutuyor.
∘∘∘

Sabahtan akşama gözünü açmadan çalışacaksın, ayakta kalabilmen için bu koşul değişmez…
Ayakta kalmak için öleceksin, demek gibi bir budalalık…
Ama böyle olan biten…
∘∘∘

Ya anlam, o nerede?
Sporda ve sanatta…
Gündelik hayatta arama…
Neden böyle?
Çünkü yalnızca sporda, müzikte, edebiyatta, şiirde, resimde yok, gündelik hayatın maişet (geçinme) didişmeleri…
∘∘∘

Gündelik hayatınızın zaman zaman alçaklığa varan yararcılığını çekip alın, elinizde kalan ya sanattır ya da spor…
(Not: Bilim de bana göre sanattır.)
∘∘∘

Hayatınızdan ayakta kalma sıradanlığını süzüp alabilirseniz, kalanı, gerilimi yüksek bir sinema filmi gibi seyredebilirsiniz.
Çoklukla seyretmeye değer hayatlar azdır; çünkü yararcılık sıradanlığıyla kirlenmişlerdir.
∘∘∘

17. yüzyılın Hollanda’sında bir gözlükçü[1] yaşadı.
Kafaya “hayatın anlamı”nı takmıştı, hep onu aradı…
Kralların ünvanlarını, bol paralı önerilerini reddetti, gözlük camı yaparak yaşadı.
Yuttuğu cam tozlarının neden olduğu akciğer hastalıkları yüzünden 44 yaşında öldü.
∘∘∘

Hayatın anlamını buldu mu?
Bana sorarsanız buldu: “Yeterli –geçerli, uygun- bilgi üreterek davranışlarınızı yönlendirirsiniz” dedi.
“Yaşama sevinci, bizzat ulaştığınız geçerli bilginin meyvesidir…”
∘∘∘

Çevrenize bakın:
“Yanlış yaşamı doğru yaşamak” için debelenen insanlar toplumuyuz…
∘∘∘

Neden?
İnsanlar “ayakta kalma” aşamasından “yaşama” aşamasına bir türlü geçemiyor.
Ayakta kalmanın hazlarının – yemek, acısız yaşam, seks- ötesini görmüyor…
Oysa uygarlık, ayakta kalmayı arkada bırakabilen toplumların kültürü…
∘∘∘

Bana mantıklı geliyor:
Hayatın anlamı denilen şey, senin seçtiğin (evet yalnızca senin) bir alanda yeterli, geçerli bilgi üretimidir.
Yaşama sevincinin kaynağı budur.
∘∘∘

Böyle yaparsanız hayatınız “sanat” ya da “spor” olur…
Sanat ve spor “güzel hayat”tır.
“Yaşamanın keyfi” denilen şey budur…
∘∘∘




[1] Spinoza (ö. 1677), Hollanda’lı büyük filozof.

14 Ocak 2020 Salı

'Okuma-Yazama' Dünyasından 'Dinleme-Konuşma' Dünyasına






15. yüzyılda matbaanın icadıyla dünya ters yüz oldu.
Gündelik yaşamından kopup bir köşede yalnız başına okuyan insanlar ortaya çıktı.
Toplumlar orta yerinden karpuz gibi ayrıldı: Okuma hazzını yakalayanlar ve böyle bir lezzetle tanışmayanlar…
∘∘∘

500 yıl sonra Kanadalı iletişimci filozof Martial Mcluhan (ö. 1980) iletişimde “araç mesajın kendisidir” diyecekti…
Kitap dünyaya inmiş, insanlara bilgi aktarma kolaylığı sağlamanın yanında aynı derecede önemli ikinci bir sonuç doğurmuştu:
Artık toplumlar şekilsiz –amorf- bir bütün değildi; rengarenk parçalanmıştı…
∘∘∘

Bugün yeni bir köşe başındayız.
Okuma-yazma sanki eski moda; artık dinleme-konuşma var.
Dijital sosyal medyada herkes konuşuyor, herkes dinliyor:
Youtube, instagram, twitter, facebook…
∘∘∘

İsteyen kendi kanalında TV yayını yapabiliyor.
Şaka değil…
Ücretsiz…
Mcluhan kuramına göre dinleme-konuşma dönemi toplumlara mutlaka ciddi mesajlar veriyor olmalı; şimdilik bilemiyoruz…
∘∘∘

Okuma-yazmacılar eski tutkularından vazgeçerler mi?
Hiç sanmıyorum.
Dinleme-konuşma’cıların etkisinin okuma-yazmadan aşağı kalmayacağına kalıbımı basarım.
∘∘∘

50 yıl sonrasını, hiçbirimizin tanıyabileceğini sanmıyorum…
Peki ne yapmalıyız?
Kuşku yok “dinleme-konuşma dalgasına” atlayıp sörf yapmayı öğrenmeliyiz…
Dalgaların açtığı olanakları yolda öğreneceğiz…
Nereye sürükleneceğiz?
Bize göre neler var?
Dalgaların altında kaybolmakta var, aklımızdan çıkmayacağız…
∘∘∘

Görünen şu:
Okuma-yazma dönemi “diploma” devri idi…
Bitti bitiyor…
Fransada garsonların yarısı doktoralı…
(Abartı hakkımı kullanıyorum)
2-3 katlı kullanılmayan binaların kapına “üniversite” yazıp gençlerin değerli yılları karşılığında diploma vermek...
Öylesine anlamdan uzak ki…
Beceri kazandırmamış diplomanın “konuşma-dinleme” dünyasında kıymeti harbiyesi sıfır…
∘∘∘

Becerin yoksa kimseye kendini dinletemezsin...
Sesin kötüyse kim dinler senin şarkını…
Adından anlaşılmıyor mu?
Dinleme-konuşma dünyası…
Becerin yoksa sen de yoksun!
∘∘∘