-3-
Şeyda hiç tepki vermeden dinlemiştir ilk kez… Kafasını kaldırmadan yemeğini
yiyordur. Yemeklerini beğendiğinden mi, yoksa dinlediği budalaca lafları ancak
Dağ Otel’in güzel yemekleriyle birlikte sindirebildiği için mi, bilemez, iştahı
açılmıştır. Bir ara başını kaldırır.
“Bana kırmızı şarap söyler misin?”
Biri kulak misafiri olsa, bu kadın adamın anlattıklarından bir tek sözcük
bile dinlememiş derdi. Kunduz’a tatile gelmiş mutlu aile görüntüsü verirler.
Şarap kadehleri masayı, şarap da içlerindeki havayı ısıtmıştır.
“Umarım başarırsın…” Kadehini kaldırır Şeyda.
Gerilmiş yüz hatlarını rahatlatan sahte bir gülücükle bir yudum alır
şarabından Kenan. “Yanımda senin de olmanı elbette isterdim; ancak hayatta
‘keşkelere’ yer yok, bunun hayal olduğunu biliyorum. ”
Şeyda rahatlayıp kendini bulmuştur. “Anlayamadığım bir nokta var; nasıl
oluyor da bu senin ‘sokakta’ çalışan bunca insan bu yanılgıların farkına
varamıyor da bir tek sen…”
Kenan’ın yüz çizgilerinde öfke kıvılcımları sezilir: “Yine aynı şey…
Söylediklerimi hayal diye geri çevirmenin nedeni de bu; her şeyi kalabalıkların
testinden geçirerek anlamaya çalışıyorsun… Söylenenlerin, herkesin davranış
kalıplarından bağımsız olarak, sağduyunun tahakkümünden kurtularak, tutarlı
olup olmadığına bakmak bile istemiyorsun. Bu nedenle hayallerimde sana yer
açamıyorum. Seni ikna etmeye çalıştığımı sanma, işe yaramıyor biliyorum. Ateşin
kendiliğinden tutuşması gerekiyor, çünkü fırtına şiddetli ve uzun süreli…”
Kasvetli kış günlerinde erken bastıran akşamların hüzünlü karanlığı gibi
bir sessizlik çöker. Karşılarındaki ormanın derinliklerinden gelen sert, serin
bir esintiyle ürperir Şeyda.
“İstersen evde içelim kahvemizi, hem evimi de görmek istersin sanırım,”
diye önerir Kenan. Dışardan dolaşıp otelin ön kapısına gelirler. Resepsiyonun
önünden geçerlerken Cemal seslenir, bir grup yeni misafirin girişini yapıyordur
keyifle.
“Kenan Abi, sabah yoktun, Leman abla aradı, aradım bulamadım seni, haberin
olsun.” Kenan cebine el atar, telefonu evde unutmuştur. Merdivenlerin ortasına
geldiklerinde Şeyda sitem eder.
“Anladığım kadarıyla burada pek ‘abla’ sıkıntısı çekmiyorsun…”
Söylenenleri önce duymak istemez Kenan.
Birkaç adım daha inip park yerine girerler. Arabayı açar, gider Mars’ı
alır, arka koltuğa yerleştirir; Şeyda’nın kapısını açar ve arabanın önünden
dolaşarak yerine geçer. Arabayı çalıştırırken Şeyda’yı sessizce yanıtlar:
“Bu tartışma zamansız.”
Eve girdiklerinde Şeyda biraz rahatlamış, yüzündeki sevmediği bir filmi
zorla seyrediyormuş havası biraz olsun dağılmıştır.
“Yukarı çıkalım, kahveleri ben yapar getiririm,” der Kenan.
Ormana bakan pencereye karşı yan yana otururlar. Manzaradan etkilendiği
belli olur Şeyda’nın. Kenan kahveleri masaya bırakır.
“Televizyon göremiyorum?”
“Ben istemedim…”
Kalkıp üstü kitaplarla kaplı masaya yönelir Şeyda. Masanın üstünde
kendilerine zar zor yer bulabilmiş kahvelerden birini alır. Kitaplar, kâğıtlar,
not defterleri, kurşun kalemler, tükenmezler, renkli kalemlerden gözükmüyordur
masa. Oturur. Kahvelerini içerler.
Ormanı işaret eder Kenan. “İstersen biraz yürüyebiliriz, Mars’ın da gezinti
vakti geldi.”
“Mars?”
“Köpeğim.”
“Köpeklere düşkün olduğunu bilmiyordum!”
Yatağının üstünden kabanını alır Kenan. “Kunduz’da ilk keşfettiğim bu
oldu.”
-4-
Mars Şeyda’ya çabuk ısınır, çevresinde dönüp durur, hayvanlardan çok sanki insanlarla ilişki
kurmak derdindedir. Pek konuşmadan
epeyce yürürler yaylanın ortasındaki çimenli yolda. Şeyda kararsız adımlarla
çimleri incitmekten korkuyormuş gibidir. Yuvasını terk eden kuş sanki Kenan
değil de odur. Buraya avukatın verdiği evrakları imzalatmak için gelmiştir.
Avukat imzaları almaya gideceğini söyleyince aniden karar vermiş, kendisi
gelmek istemiştir. Kenan’ı son bir kez daha görmek istemiş olabilir mi,
boşanmadan önce?
Orman Çaybahçesi’nin – nedense kapalı bölümüne kafe, dışardaki kısmına ise
çay bahçesi deniyordur- önüne geldiklerini geldiklerinde Şeyda oturmak ister.
“Burada biraz oturalım, şu evrakları imzala.”
Çantasından çıkardığı dosyayı masaya koyar. Çay söylerler. Kenan okumadan
ne varsa imzalar. Değişik bir şeyler hissetmediğine şaşırmıştır.
Şeyda dosyayı çantasına koyup kalkar.
“Avukatı tanıyorsun, ondan bilgi alabilirsin, gerekirse seninle onun
vasıtasıyla haberleşiriz. Başka bir diyaloğa ihtiyaç olacağını sanmam.”
Rüzgârın dağıttığı saçlarını düzeltirken başını iyice arkaya atar, ormanın
üstünü kutsal bir şemsiye gibi örten parçalı gri bulutlu gökyüzüyle yüz yüze
gelir. Boşlukta eridiğini hisseder, ne orman, ne ağaç, ne Kenan, ne Mars vardır
o an dünyasında…
“Hemen gidersem iyi olur, erken
uçağı yakalarım…”
Dağ Otel’in önüne hızla yürürler.
Şeyda arabasının arka koltuğuna çantasını atar, ön kapıyı açıp Kenan’a döner.
İlişkileri epeyce limoni iki devlet temsilcisi gibi acıklı gülücükler eşliğinde
tokalaşırlar.
“Hoşça kal.” Mars’ın başını okşarken, belli ki her şey sıradan bir rutinin
parçasıymış gibi görünsün istiyordur. Arabasını çalıştırır, arkasına bakmadan
hızla uzaklaşır.
Mars’ın uzaktan geçen bir köpeğe havlamasıyla gözleri uzaklaşan otomobilin
çekiminden kopar Kenan’ın; sarıçamlar gökyüzünü kaplayan gri beyaz bulutlara el
eder gibi salınıyordur. Bazen anlayışsız oluyor bu ağaçlar, sonların hüznüne
aldırmadan hep başlangıçları selamlıyorlar…
(Devam edecek)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder