29 Ekim 2018 Pazartesi

Evrimin Kıskacındaki İnsan




Uygarlıklardır  insanı evrimin elinden çekip alan.
Çoğu kez acımasız vahşettir evrim:
Ne pahasına olursa olsun yaşamaktır…
Uygarlıktan uzaklaştıkça evrimin eline düşersin.
∘∘∘

Hayatın cilvesine bakın: Bir yandan, topluma katlanması insanın, evrimin kör karanlıklarında ününü görmek arzusundandır…
Öte yandan…
Toplum -uygarlığının düzeyine göre-, insanı evrimden korur korumasına,
Ama hayatların, evrimin şiddetini katlanabilir düzeye çekmesinin yolu, bu dünyadan terki diyar etmesidir –çekip gitmesidir...
Kısacık süreler için bile olsa bu yenilenme ile insan yeniden doğar.
Bir yere dek savunur toplum seni, eninde sonunda kendi başına rahata erersin dünya değiştirerek…
∘∘∘

Endüstriyel toplum dünya değiştirme için özel bir sektör doğurmuştur:
Turizm…
Dünya değiştirmeyi beceremeyen kalabalıkları alır, yedirir içirir eğlendirir turizm…
Ancak sahtedir, uydurmadır, zorakidir yan gelip yatarak dünya değiştirmek…
Başka dünyalara seyahat, düşüncenin derinliklerinde gerçekleşir, yeme-içme-yatmanın sığlıklarında değil.
∘∘∘

Gerçek bilim, sağlam felsefe, yüksek sanat, güçlü roman, şiir ve sinema, üstün müzik, estetik ve zihinsel düzeye çektiğin –ticari olan veya olmayan-her türlü becerinle dünya değiştirirsin…
Yaşadığın dünyadan çıkar kurgusu daha sağlam ve doyurucu dünyalarda yaşam sevinci derlersin;
Geri döndüğünde kullanmak için…
∘∘∘

Kim olursan ol…
Ne istiyorsan iste…
İster ahlaklı ol ister ahlaksız…
İster dürüst ol, ister sahtekar…
Ancak ve ancak başka dünyalarda gezinerek yaşamın didişmelerinden başını alabilirsin…
Hayatın saçma sapan vuruşmalarından, evrimin geçerli ama budalaca muharebelerinden madem kurtulamıyorsun, hiç olmazsa bir süre uzak durursun…
∘∘∘

İyi niyetten yoksun, zorba ve sahte yaşamlar çoklukla dünya değiştiremez;  evrimin zebanileridir onlar…
Ölenleri ölür, kalmayı becerenleri evrimin lâbirentlerinde tüketir ömrünü.
Dünya değiştiremezler, evrimin bitirici didişmelerinde tükenirler; ölümle birlikte hayatın ilahi adaletidir bu.
∘∘∘

Bugün Cumhuriyetin yıldönümü…
Kıskaça sıkışmış insanımızın büyük günü…

∘∘∘



26 Ekim 2018 Cuma

Umut Zihinsel Güçtür





“Umut var…” derseniz ve de söylediğinize inanırsanız, umutlusunuzdur.
Kolaydır “umut var,” dermek…
Ancak her deyişin diyeti vardır:
Umutla beklerken hayal kırıklığı bulursanız bedelini ödersiniz.
Nedir fiyat?
Sonraki “Umut var,” beklentilerinize daha az inanırsınız…
∘∘∘

Olsun ne fark eder, demeyin:
Defalarca, umutlarınız parçalanıp elinize tutuşturulursa, sonunda aklınıza güveninizi kaybeder, zihnen köleleşirsiniz…
Köleleşirseniz ne olur, ömrünüz efendi aramakla geçer…
∘∘∘

Mental –zihinsel, aklî- gücünüzü yitirmişsinizdir…
Zihinsel gücünüz yitince ne olur?
Başınız sıkışınca aklınızla çıkış yolunu bulma yeteneğini kaybedersiniz…
Umutla ne ilişkisi var bunun?
Olmaz mı?
Nedir ki umut dediğimiz?
∘∘∘

Engellenmiş hissettiğimizde, atlayıp aşmak için yolumuzu kesen bariyerleri, akli yöntemler ararız…
Bulduğumuz “çıkış yolu”nun umut olması için, duygularımıza dokunabilmesi ve onlarla kol kola girebilmesi gerekir…
Mental gücümüzü kaybedince ne denli yetenekli olursak olalım, dayanma gücümüzü yitirmemiz bu yüzdendir.
“Sıkışmadan hızır yetişmez!” derler…
Hızır aklımız olmalıdır…
∘∘∘

Aklımıza güven kaybı, güçlükleri yenebilme inancının yitirilmesidir…
Ne denli harika çözümleriniz olursa olsun duygularınıza anlatamaz, onları “umut”a çeviremezsiniz…
Sürekli hayal kırıklığının umutsuzluğa dönüşmesi bundandır…
∘∘∘

Çıkmaz sokaklarda zoraki umut hayalleriyle –sanrılarıyla- avunmaktansa bir süre umutsuz uyumak evladır…
Görünen sahte umutları elinin tersiyle itebilmek, içinde yeni umutlar demliyordur…
Bilinç altı aramayı sürdürüyordur…
İnsandan ümit kesilmez derler, belki de bundandır…

∘∘∘



22 Ekim 2018 Pazartesi

Büyük Ehven-i Şer -Kötülerin İyisi-





Bir yanda iç sesimiz diğer yanda zamanın ruhu…
Ortada çırpınıp dururuz…
∘∘∘

Toplum dediğimiz denizin içinde yüzer buluruz kendimizi…
Kafamızı su üstünde tutmaya çalışırken…
İçine fırlatıldığımız değerler koyunda bir o yana bir öbür yana kulaç atar, iç sesimizle zamanın ruhunun olabildiğince örtüştüğü durgun bölgeler ararız.
Derdimiz, bir yandan yüzmeyi sürdürmek diğer yandan kendi sesimizi duyabilmektir…
Yaşamımızdaki büyük uzlaşıdır bu;
Büyük ehven-i şer (kötünün iyisi), belki de kötülerin kötüsü…
∘∘∘

Kafaya takmanın heyecanlı episodları bu uzlaşı sürecinin labirentinde yaşanır:
Kulaç salladığın sularının kulağına fısıldadığı değerleri mi bayraklaştıracaksın kısacık ömründe, iç sesinin ardına mı düşeceksin?
Hayatında ödeyeceğimiz en büyük diyetin pazarlığını yaptığımız aklımızın ucuna bile gelmeyecek.
Arka planda çalan “Elle gelen düğün bayram,” türküsü eşliğinde, sağduyunun da omuz vermesiyle, belki de hayatımızı üç kuruşa feda edeceğiz…
∘∘∘

Yanıtını aradığımız sorular, sorular…
Arzu yaktığımız tepeler, tepeler…
“Ne yapacağız?” “Nasıl yaşayacağız?”
Biliyoruz (!): Kendimizi değil başkalarını geride bırakacağız!
Kendimizden değil başkalarından daha iyi olacağız!
Ve bu oyunu yolculuğun en başı dumanlı yamaçlarında başlatacağız…
Şansını aklın başında denesen olmuyor; senaryo böyle, kurguyla oynanmıyor…
Yolculuk dediğin mutlaka kederli oluyor.
∘∘∘

İçindeki ses boğuluyor, zamanın ruhunun eline oyuncak düşüyor…
∘∘∘

Tek atımlık mermi kalmıştır tüfeğimizde: Ne denli geç kalmışsak kalalım yeniden başlamak…
Aklımızı toplayınca…
İçimizdeki sesi zamanın zırvalarından ayırınca…
∘∘∘

Acaba insan ne istemeli?
Sakin kalmak mıdır en iyisi?
Bir yere sarılmak mıdır en güvenlisi?
Kendini akıntıya bırakmak mıdır en ehveni?

Bir kulübecik mi yapmalı insan kendine?
Yoksa tepesine bir çadır mı dikmeli?
Kayalara mı güvenmelidir sırt çevirip hepsine?
En sağlam kayalar bile sarsılır depremde.

Yoktur herkes için uygun olanı!
Herkes kendi yolunu bulmalı,
Herkes çatısını kendi çatmalı,
Ve duran düşmemeye bakmalı.”[1]
∘∘∘




[1] Goethe (ö. 1832), Alman şair, “Yarat Ey Sanatçı”, çeviren Ahmet Cemal, “beherzigung” yüreklendirme, adlı şiir.




20 Ekim 2018 Cumartesi

Kafaya Takmak Yaşamaktır




Akıl verirler:
“Baba, her şeyi takıyorsun yahu!”
“Canım, takma kafaya!”
∘∘∘

Bu sağduyu atışlarının yüzde 10’u doğru yüzde 90’ı yanlıştır.
Doğrudur, olur olmaz şeylerden hayali düşmanlar yaratırsan…
Hayat söndürücü yanlıştır, bir çengele asılmadan esmeyen rüzgâr gibi yaşıyor, hiçbir şeye takmadan kafanı boş tutuyorsan…
∘∘∘

Doğru hayatla yanlış hayatı “kafaya takmak” ırmağı ayırır; suya girmezsen vasatlıktan içini yersin haberin olmaz.
İçi geçmiş kavuna dönersin.
Kafası çalışan insanın en zalim hastalığı budur!
Gündelik hayat denen bayıltıcı rutinde debelenip durursun; tat almak için yemediğin halt, açmadığın kutu kalmaz ama içindeki kara boşluğu dolduramazsın…
Yanlış hayatın içinde çırpınıyorsundur aklının ucuyla göremezsin…
Yanlış hayat uçurumuna düşmüşsündür; çıkmanın tek yolu “kafaya takmaktır” bilemezsin…
∘∘∘

Barınmak, yemek, eğlenmek, seks yapmak, çocuk yetiştirmek, kafaya bir şeyleri takıyorsan hayattır…
İnsan kafaya takmak için gelir dünyaya, mutluluk kafaya takacağın şeyi bulabilmektir…
∘∘∘

Kafaya takacağın şeylerin yoksa -aslına bakarsan- eğlenmenin bile tadını alamazsın.
Başka türlüsünü bilmediğinden –asla doyurmayan- vakit geçirmeyle yetinir,  “eğlence” bilirsin.
Köpeklerden özür dileyerek söylüyorum: “köpek öldüren” içiyorsundur şarap sanırsın...
∘∘∘

Mutluluk aslında çok da zor bir zanaat değildir kafaya takmayı bilirsen.
∘∘∘




11 Ekim 2018 Perşembe

Hayat Oyununun Kutsal Dengesi Var mı




Futbol topuna iyi vuracağının habercisi, hemen öncesinde çok özel duygular içine girmendir…
Bilirsin ki iyi vuracaksın; ve gerçekten şahane vurursun…
Bu duygunun seni yanılttığı enderdir.
İyi futbolcu bunu yakalamış, bilmeceyi çözmüştür;
Gerisi çorap söküğü gibi gelir…
Tanıdığı ve doğru dürüst tanımlayamadığı bu hisleri, ayağını, belini, kafasını, bacaklarını hangi konuma getirdiğinde duyumsadığını iyi bilir;
Onları bulmuş, ezberlemiş ve de yineleye yineleye karalılık –istikrar- sağlamıştır.
O konum “kutsal dengedir…
Her vuruşun bir kutsal dengesi, kutsal dengelerin kendilerine özgü özel hisleri bulunur…
Dengesini yakalar çakar topa iyi futbolcu; sonuçtan emindir…
∘∘∘

Benzer dengeleri potaya yükseldiğinde top elinden çıkarken basketçide,
Tenis raketini topu karşılamak için geriye ritimle çekerken tenis oyuncusunda,
Havaya kaldırdığı golf sopasını topa doğru inişe geçirirken golfçüde görürüz.
Spor kutsal dengeleri istikrarlı biçimde en az hata yaparak bulabilme yarışıdır.
∘∘∘

Benze dengeler hayat oyununda –yaşamda- da olmalıdır…
Eğer bu varsayım doğruysa “mutluluğun” dengesinde hangi duygular egemendir?
∘∘∘

Çoklukla zannedildiği gibi dertsiz tasasız bir beceri mürüvveti görme keyfi değildir mutluluk denen insan hali.
Heyecanla sürdürülen gerilimi yeterli bir yaşamın, zamanı unutmuş öznesi mutluluk dengesine yakındır.
∘∘∘

Hayat oyunundaki kutsal dengenin baskın duygusu “zihinsel meraktır”.
Goethe (ö. 1832) bir şiirinde yalnızca iki şeye sahip olduğunu söyler:
İçinden engelsizce akıp giden düşünceler ve iyi bir bir kaderin yaşamasına izin verdiği keyifli anlar.
Zihinsel merak içinden akan özgür düşüncelerin dinamosudur;
“Mutlu” denebilecek hayatlar yanıtlarını aradığı soruları katili kovalayan detektif gibi izlediği için zamanı unutur.
Zamanı unuttuğu için kendinden geçer.
Kendinden geçtiği için mutludur.
∘∘∘

Macera tadını bilmezseniz yan gelip yatmayı, zoraki vakit öldürmeyi mutlulukla karıştırırsınız.
“Kafanda bir yastıkta kocadığın soruların” yanıtlarını kovaladığın, tam yakalayacakken elinden kaçırdığın, bir süre sonra yeniden bir köşede sıkıştırdığın hayattır mutluluğun kutsal dengesine yakın olan.
∘∘∘

Kutsal dengeye ne kadar yakınsa “yanlış hayatlardan” o kadar uzaktır yaşamınız.

∘∘∘

9 Ekim 2018 Salı

Zamanın Ayak Seslerini Parayla Savuşturamazsın






M.Ö. 7. Yüzyıldan bu yana para kullanılıyor. Anadolu’da Lidyalılar icat etmiş ilk madeni sikkeyi.
Hayatın cilvesine bakın; özgür yaşamın, size özgü hayatın kıvılcımı para’yla çakmaya başlıyor…
∘∘∘

İnsan, özgürlüğünü –zamanını kendine harcama lüksünü- para karşılığında üretim yaparak satın almıştır.
Ondan önce nasıl özgür olurdunuz? Ölümü pahasına güç kullanmaya cüret ederek…
Ya ölür ya özgür olurdunuz…
Çoklukla ölmeyi göze alarak…
∘∘∘

Bugün ölmenize gerek yok…
Önce para kazanıyor ardından intihar ediyorsunuz...(!)
Felsefenizi içinize sindirerek, usul usul, kendi isteğinizle, aklınızın sesine uyduğunuzu sanarak…
Tüketimin mutluluk sandığınız cılız vakit geçirme alevlerinden her gün yeni bir tane ateşleyerek ruhunuzu boğazlıyorsunuz…
∘∘∘

Özgürlüğünüzü satın almıyor küresel dünyada para;
Başarılıysanız, sıradan ilişkilerden damıttığınız ucuz rekabet galibiyetleriyle oyalanarak zamanın ayak seslerini perdeliyorsunuz…
Gerçeğini bilmediğiniz ya da unuttuğunuz için çapaçulluğun içinde zamanı unutmayı ‘mutluluk’ sanıyorsunuz.
Başaramazsanız zaten köleleşiyorsunuz!
Anlayacağınız ”kırk satır mı kırk satır mı” çıkmazı…
∘∘∘

Yeni küresel dünyada kendinizi bırakırsanız başarsanız da yok olsanız da sonuç değişmiyor:
Özgür olabilmek uğruna para ararken dağılıyor şaşkına dönüyorsunuz.
Sihirli söz: Kendinize mukayyet olmak –gözetmek, kapılıp gitmemek, sahip olmak.
∘∘∘

Özgür edeni dosttur paranın…
Zamanı unutmak hoş; ama kendi dünyanda mest olmuş dolaşırsan…
Ayak seslerini parayla savuşturmaya çalışırsan kafanda çınlamayı sürdürecektir zaman…
Kendine rağmen yaşadığını kulağına fısıldayarak:
“Yanlış yaşıyorsun, kendine gel!”
∘∘∘

Para dünyalar kuramaz, özgürlüğünü satın alır iyi yönlendirirsen...

∘∘∘